CUMHURİYET DÖNEMİ TÜRK EDEBİYATI
Cumhuriyet döneminde Türkiye hemen hemen her alanda hızlı bir çağdaşlaşma hareketine girmiş olduğundan bu dönemde ortaya çıkmış birçok edebi ve fikri hareket aynı zaman içinde varlık göstermişlerdir. Daha önce olduğu gibi bir edebi akım ömrünü tamamlayıp yerine bir başkası geçmemiştir. Birçok edebi akım varlığını günümüze kadar devam ettirmiştir. Farklı görüşte olan edebi anlayışlar Cumhuriyetin kurulduğu ilk yıllardan günüm.üze kadar varlıklarını devam ettirmiş, temsilcileriyle edebiyat ve sanat dünyasında örneklerini vermişlerdir. Bu nedenle Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatında gelişen edebi akımları kesin bir şekilde bir sınıflamaya sokmak biraz zor gibi gözükmektedir. Ancak biz yine de Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatını iki ana devre ve bunların alt kolları olan gruplara ayırmaya çalıştık. Cumhuriyet döneminde "edebiyat en çok; şiir, roman ve hikaye, tiyatro ve dergi gibi türlerde rağbet gördüğünden bu edebi türlerin Cumhuriyet dönemindeki gelişimini ele almaya çalıştık.
1923-1940 arası Türk edebiyatı
1940 sonrası Türk Edebiyatı.
1923-1940 arası Türk Edebiyatı da kendi içinde bölümlere ayrılır: I-ŞİİR: 1) Memleket Edebiyatı: a-Folklor şairleri b-Hamasi şairleri c-Mistik şairler 2) Öz Şiir Anlayışını benimseyenler: a) Yedi Meşaleciler 3) Toplumsal Gerçekçi Şiir. II-ROMAN VE HİKA YE : A-Memleket edebiyatı çerçevesinde gelişen roman ve hikaye yazarları. B-TOPLUMSAL Gerçekçi roman ve öykü III- TİY A TRO IV-DERGİLER V-Müstakil Şahsiyetler: Mehmet Akif ERSOY, Hüseyin Rahmi GÜRPİNAR, Abdülhak Şinasi HİSAR, Yahya Kemal BEYATLI, Cahit Sıtkı T ARANCI, Sait Faik ABASIY ANIK, Ahmet Hamdi TANPINAR, Peyami Sara.
1940 sonrası Türk Edebiyatı: I-şİİR: a) Nazım Hikmet'in Toplumsal Gerçekçi Şiir anlayışını devam ettirenler b-Garip Hareketi c) Hisarcılar ve Hisar Dergisi d) Mavi Grubu e) İkinci Yeni Hareketi, 1) 1960-2000 Arası Türk Şiiri g) 1940 Sonrası Türk Şiirinin Bazı Özgün isimleri 2- Roman a-1940 Sonrası Türk Roman ve Hikayesinin Bazı Usta Kalemleri 3- Tiyatro 4- Dergiler.
"Türkiye'de Cumhuriyet Devri Edebiyatı bu devrin ilk yıllarında önce, İstiklal Savaşı zaferlerinin ve Cumhuriyet inkılabının yarattığı devamlı heyecanlarla beslenerek, daha çok, Anadolu'daki Türk milletinin ve Türklerin elinde kalan öz yurt topraklarının hayat ve hareketlerini terennüm etmiştir. İnönü zaferleri için Sakarya ve bilhassa Dumlupınar kahramanlıkları için şiirler yazılmış, İzmir' e giden yolların; Akdeniz'e varan kahraman koşuların heyecanları dile getirmiştir.
"Refik Halit'in "Av Peşinde"sinden, Halide Edip'in "Ateşten Gömlek", "Vurun Kahpeye", "Dağa Çıkan Kurt" gibi eserlerinden, Yakup Kadri'nin Falih Rıfkı'nın bu konudaki yazılarından başlayarak; İstiklal Savaşı'nın mensur destanları, hikayeleri ve romanları yazılmıştır. "Halas" isimli romanıyla Mehmet Rauf, "Türk ilahisi isimli 'şiiriyle Süleyman Nazif gibi Servet-i Fünun sanatkarlarından başlayarak, en yeni en genç Türk şair ve muharrirlerine kadar, eli kalem tutan herkes, bu anlarda bu büyük ve enerjik Kurtuluş Savaşı için, duyduklarını, düşündüklerini söylemekte büyük bir zevk bulmuşlardır.
"Devrin şiir ve romanı gibi tiyatro edebiyatı da Cumhuriyetin ilk on yılı boyunca; bilhassa manzum tiyatro eserleri ve manzum destanlar halinde ve yine bu heyecanın yarattığı bir milli inanışla; en uzak ve en yakın Türk fazilet ve kahramanlıklarını sahneye koyan eserler yazılır.
"Aka Gündüz'ün "Mavi Yıldırım"ı, Faruk Nafıi'in "Akın, Kahraman, Öz Yurt" isimli tiyatroları, Behçet Kemal'in "Çoban ve Attila" isimli eserleri Yaşar Nabi'nin "Mete"si ve daha bir çok sanatkarların bu çeşit manzum tiyatroları, hep bu on yılın milli verimlerindendir. Sayı bakımından önemli bir yekun tutan bütün bu eserlerin sanat kıymeti bakımından ekseriya Türk edebiyatının birinci sınıf mahsulleri arasında yer alamayacaklarını ayrıca söylemek gerekir."
CUMHURİYET DÖNEMİ TÜRK ŞİİRİ
"Cumhuriyet Dönemi Türk şiiri, Osmanlı Devleti'nin yıkılması ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasından sonra yazılan şiirlere verilen addır. Burada siyasi bir durum söz konusudur. Ancak, imparatorluktan milli devlete geçiş, bütün edebiyatımıza, kültür hayatımıza ve elbette ki şiirimize de derinden tesir etmiştir.
"Osmanlı Devleti uzun yıllar yıkılışın sancılarını çekmiş, yıkılışı. geciktirecek birtakım geçici tedbirlere başvuffi1Uş ve gelişen Avrupa karşısında büyük bir aşağılık duygusuna kapılmıştır. Bunun edebiyata yansıması ise kötümserlik şeklinde olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti ise varolma mücadelesini vermiş ve bu mücadeleyi kazanmıştır. Bunun edebiyattaki yansıması da kahramanlık ve iyimserlik şeklinde 0Imuştur."
Cumhuriyet dönemi şiirimiz tıpkı Tanzimat sonrası yenileşme dönemi şiirimiz gibi üç gelenekle beslenmiş ve gelişmiştir. Bunlar Divan şiiri. Halk şiiri ve Batı şiiri. Batı şiiri, şairlik geleneği kadar bilgi ve kültür bakımından da son derece donanımlı olan şairler tarafından edebiyatımıza sokulur. Yahya Kemal Parnast'lardan aldığı etkileri, Ahmet Haşim ise Sembolist ve empresyonist bazı özellikleri şiirimize getirir.
Edebiyatımızın en güçlü geleneklerinden olan Divan şiiri Tanzimat'tan sonra tamamen reddedilmekle beraber, şairlerin kalitesi yükselip zevkleri inceldikçe her dönem tekrar ele alınan bir kaynak olmuştur. Bazı sanatçıların sadece şekil ve vezin, bazılarının ise duygu ve imaj bakımından etkilendikleri Divan şiiri, 1923 'ten sonra eser veren şairler üzerinde de etkili olur. Cumhuriyet Devri Şiirinin, başlangıç yıllarında en çok etkilendiği .kaynak Halk şiiri geleneğidir. Ancak bir süre sonra Garipçiler tarafından tamamen reddedilen bu geleneğe yine bu grubun öncülerinden Orhan Veli'nin "Yol Türküleri" adlı eseri ile geri dönülür. Halk şiiri geleneğinin son dönemdeki gerçek temsilcisi Aşık Veysel'dir.
Tanzimat'tan sonraki şiirimizde görüldüğü gibi, Cumhuriyet şiirinde de didaktik, hamasi, sosyal muht*******ı şiir anlayışını, insanın iç dünyasını da ele alan şiir anlayışı takip etmiş, sonra bu aşırı ferdiyetçiliğe yeniden bir sosyal şiir anlayışı ile mukabele edilmiştir.
Servet-i Fünun, Fecr-i Ati ve Milli Edebiyat hareketleri içinde bulunarak üne kavuşmuş olan yazar ve şairler, Cumhuriyet'in ilk yıllarında henüz hayattadırlar. Bunlardan Abdülhak Hamid gibi Tanzimat'tan sonraki bütün yeniliklerin içinde bulunmuş olanlar artık son eserlerini verirler. Ahmet Haşim, Yahya Kemal, Yakup Kadri vb. sanatçılar ise geçmiş dönemlerde olgunlaştırmış oldukları sanat anlayışlarıyla en güzel sanat eserlerini Cumhuriyet döneminde kaleme alırlar.
Bu dönem edebiyatının en önemli özelliklerinden biri; Milli Edebiyat hareketi sırasında ilk defa ele alınan Anadolu insanının, daha geniş açılardan bakılarak edebiyata konu yapılmasıdır.
Memleket edebiyatı adı verilen bu yöneliş,. eski nesle mensup şair ve yazarlarla ilk eserlerini mütareke yıllarından itibaren vermeye başlayan genç sanatçılar tarafından benimsenir. Bu konuyu işleyen manzum ve mensur eserlerin en bol olduğu dönem Cumhuriyet'in ilk yıllarıdır.
Dünyadaki ve Türkiye'deki sosyolojik değişmelerin etkisiyle Osmanlı- İslam tarihi ve kültürü ile aydınlar arasında çizilen kesin çizgi, manevi alanda boşluklar yaşayan bir aydın nesil yaratmaya başlar. Bu maddeci akıma karşı manevi değerleri ön plana çıkaran bir mistik akım oluşur. Şiirde Necip Fazıl, romanda ise Peyami Safa'nın öncülük ettiği mistisizmin yanı sıra, olgunluk dönemi eserlerini yer vermekte olan Ahmet Haşim ve Yahya Kemal' in eserlerinde Sembolizmin izleri görülür.
MEMLEKET EDEBİYATI
Bu şairlerin çoğu halk edebiyatı geleneğini takip ederek, yeni bir şiir oluşturmaya çalışırlar. Ziya Gökalp ve Emin Yurdakul'un yolunu izlerler. Şiirlerinde konu memlekettir, hece veznini kullanırlar ve halk şiiri nazım şekillerini tercih ederler. Sade bir dille yazıp mahalli söyleyişlere de yer verirler. Daha ziyade didaktik bir tarzları vardır. Gururlu, iradeli ve iyimser bir psikoloji ile hitabet tonunda şiirler yazarlar.
FOLKLOR ŞAİRLERİ
"Halk evleri vasıtasıyla gücünü ve sayısını arttıran bu tarz şiirler çoğunlukla öğretmen yazarlara aittir. Böylece halk edebiyatı ve halk kültürüne ilgi, öğretmen şairler vasıtasıyla büyük bir yaygınlık kazanmış, sonraki nesillere de geçirilmiştir. Ahmet Kutsi Tecer'in Ülkü dergisinin idaresini üstlenmesinden sonra folklora da büyük ağırlık verilir. Ahmet Kutsi Tecer'in:
"Orda bir köy var uzakta O köy bizim köyümüzdür"
diye başlayan şiiri, halkçı şairlere tek bir hedef gösterir: Köy. Ancak, bu köyü konu alan şiir zevki halkevleri ve dergileri vasıtasıyla bütün ülkede yaygınlaşır. Ahmet Kutsi, köye, folklora ait bütün değerleri ortaya çıkarırken, Halk şiiri geleneğinin son büyük temsilcisini, Aşık Veysel ŞA TIROĞLU'nu keşfeder. Küçük yaşta gözlerini kaybeden şairin bütün dünyayı diğer duyularıyla idraki, köyün dar çerçevesinin ötesinde insanın ebedi özlemlerini dile getiren bu şiirler çok sevilmiş, taklit edilmiş ve halk şiiri geleneğinin ölümsüzlüğüne delil sayılmıştır. Ancak Aşık Veysel' den sonra gelen halk şairlerinde aynı gücü bulmak mümkün deği1dir."
"Folklor malzemesini en başarılı bir şekilde şiirimizde kullanan önemli bir isim de, Ressam Bedri Rahmi EYÜBOĞLU'dur (1911*1975). O folklor ile modem sanatı coşkun bir heyecan İle hem resimde hem de şiirde birleştirerek orijinal ve başarılı örnekler vermiştir. Resimleriyle şiirleri arasında büyük bir yakınlık vardır. Renk' duygusu çok kuvvetli olan şair, hem şiirde hem resimde renk uyumuna büyük önem verir. Renklerden bahseden ve onları hayatın bin bir durumu, duyguları ve eşyalar ile birleştiren şairdir.
"Çocukluk ve masal, hayatı değiştirme vasıtaları olarak, Bedri Rahmi'nin şiirine hakimdir. Halk sanatından, folklordan aldığı bazı unsurları da kendi orijinal imajlarıyla şiirine yerleştirerek kendi tarzını geliştirir."
MİSTİK ŞAİRLER
Nazım Hikmet'in başını çektiği, insanın manevi taraflarının 'ihmal edildiği Marksist şiir anlayışına karşı bir kısım şairler, insanın manevi taraflarının olduğunu savunmuşlardır. "Hareket noktası olarak Memleket edebiyatını alan şairler, görünen manzara ve insanların bir de görünmeyen iç alemlerini, ferdi duyuşlarını da anlatmak istediler. Öz Şiir peşinde gidenlerin başlangıç noktasını teşkil eden bu şairlerden Necip Fazıl, mistik ve dini bir heyecana kapılır. Felsefeyle meşguliyeti dolayısıyla aşma fikrine ulaşan, görünenin ardını araştıran ve mistik bir anlayışı geliştiren Necip Fazıl KISAKÜREK 1930 sonlarında Nazım Hikmetin tam karşısında görülür. O da Halk şiiri geleneğinden hareket etmiş, heceyi kullanmış, Batı şiiriyle kendi geleneğimizi birleştirmeye çalışmıştır. Felsefeye duyduğu merak bir çeşit mistik anlayış ve duyuşa yöneltmiştir.
Aç kapıyı haber ver
Ötenin ötesinden
Diyerek ötelerin sırlarını kurcalayan şair, zaman zaman mazoşist bir ruhun ifadesi olan melo-dramatik şiirler söylemiştir.
"Mistik akım, en orijinal örneklerinden birini Asaf Halet ÇELEBİ'nin şiirlerinde gösterir. Daha sonraları da Sezai KARAKOÇ gibi dindar şairler İkinci Yeni Akımı içinde, insanın iç dünyasının karmaşıklığını kurtaracak esrarlı gücü sızdırmaya çalışırlar.
NECİP FAZIL KISAKÜREK (1905-1983)
Maraşlı, zengin bir ailenin çocuğu olarak 1905 yılında İstanbul'da doğdu. Ailesinin yaşadığı konak hayatı nedeniyle eziklik duymadan, aile fertlerinin özel ilgisiyle yetişti. İlk öğrenimini çok düzensiz ve dağınık yaptı. Ortaöğrenimini Bahriye Mektebi'nde yaptı. Darü'l-Fünun Felsefe bölümünde 1 yıl okudu. 1925 yılında devletin Avrupa'ya gönderdiği ilk burslu üniversite öğrencisi olarak Paris' e gitti. Dönüşünde Hollanda, Osmanlı ve İş bankalarında memurluk ve müfettişlik yaptı. 1939 yılından itibaren Dil Tarih Coğrafya Fakültesi, Devlet Konservatuarı ve Güzel Sanatlar Akademisi'nde hocalık yaptı. 1943 yılında Büyük Doğu Mecmuası'nı çıkarmaya başladıktan sonra memuriyet görevinden ayrılarak yazı hayatına atıldı. 25 Mayıs 1983 tarihinde vefat etti.
Necip Fazıl hayatını üç safhaya ayırır: a- 1920-1934 genç bunalımlı şair, b- 1934-1945- mistik şair, c- 1945-1983 sabık şair.
İlk dönem şiirlerinin çoğu Milli Mecmua ve Hayat dergilerinde yayımlanır. Şair bu dönemde bireysel sıkıntı ve patlamaları, buhranları yaşar. Ferdi bunalımlarının dışa vurmuş hali olan bu şiirlerde en çok ölüm, karanlık ve yalnızlık temaları işlenir.
Necip Fazıl Cumhuriyet nesli şairleri içinde en trajik veya daha uygun bir ifade ile en "patetik" olanıdır. Bu bakımdan o şiirlerinde bunalımlarını anlatan son kuşak şairlerine yaklaşır. Fakat onlara hayatı boş, karanlık ve karışık gösteren ruhi sıkıntı daha ziyade sosyal sebeplere dayandığı halde "Kaldırımlar Şairi"nin ıstırabı daha çok ferdi ve metafizik bir mahiyettaşır. Necip Fazıl'ı tahrik eden, bunalımlar içinde eriten esas amil, dıştan ziyade onun kendi içindedir. O, bir mizacın şairidir. Kaldırımlarda bu mizaç en sanatkarane ifadelerinden birini bulur. Şairin kudreti, ruh haline en uygun sembol, atmosfer, ve ahengi bulabilmesindedir. Bu dönemin en güzel şiiri olan Kaldırımlar' da dış alem, iç alemin objektif karşılığını teşkil eder..
Bu dönem şiirlerinde mustarip, arayan, bekleyen ve hiç tatmin olamayan modem insanın huzursuzluğu görülür. Kaldırımlar, Otel Odaları, Sayıklama, Bu Yağmur, Noktürn, Gel, Geçen Dakikalarım gibi şiirler bu dönemin en güzel örnekleridir.
Necip Fazıl, 1934 yılından itibaren fikir ve manevi dünyasında geçirdiği değişiklikle, daha çok mistik ve tasavvufi bir şair kimliğini kazanır.1934 yılından sonra bağlandığı tasavvufi anlayış ve dini kaygılardan dolayı Ben ve Ötesi ve Örümcek Ağı gibi şiir kitaplarındaki birçok şiirini kabul etmez.
"Yararlandığı mistik şiir geleneği, onun ruhunu sakinleştirmekten uzaktır. Ancak bu özelliği, Necip Fazılın şiirinin asıl cazibesini yapar. Sonraları dine yöneldikçe, Necip Fazıl başlangıçtaki bu trajik duyuşunu kaybeder.
"Orhan OKAY, memleketçi şiir ile materyalist ideolojik şiir yanında Necip Fazılın şiiri hakkında şu değerlendirmeyi yapar: "Bu yeni ses işte o sosyal - ideolojik muht*******ı şiire bir reaksiyon gibidir. Şiirde dışa çevrilmiş olan gözler, insanın iç varlığına çekiliyor, yeni ve orijinal tesire bırakan psikolojik bir derinlik kendisini fark ettiriyordu.
"Mistik, metafizik temayüller, yalnızlık, vehimler, sayıklamalarla görülen trajik karakter, Yahya Kemal ve Ahmet Haşim'insaf şiirinden onu uzaklaştırır. Ürpertici hayaller ile uyandırılan korku da şairin trajik cephesini besler. Bu korku ile Egzistansiyalistlerin "angoisse"i arasında bir bağ vardır. Necip . Fazıl'ın 1943 'ten sonraki şiirlerinde dini- mistik temayül artar.
"Bizce şiir mutlak hakikati arama işidir. Eşya ve hadiselerin, bütün mantık yasaklarına rağmen en mahrem, en mahcup, en nazik ve hassas nahiyesini tutarak ve nispetlerini bularak, mutlak hakikati arama işi" diyen Necip Fazıl tıpkı Nazım Hikmet gibi geniş bir tesir alanı bulmuş, bu tesir 1960'lardan sonra "İslami dünya görüşü"ne bağlı olanlar arasında artmıştır.
Şiirlerindeki mistisizm, kapalılık, trajik söyleyiş geleneğe bağlılık, şekil bakımından kusursuzluk, Necip Fazıl'ın şiir tarihimizdeki yerini sağlamlaştırır.
Necip Fazıl, memuriyet görevinden istifa ettikten sonra, dergicilik vasıtasıyla topluma seslenmeye çalışır. Vakit dergisinde yazılar yazar, Ağaç dergisini yönetir. Büyük Doğu dergisini çıkarır. Bu dergiler fikir dünyasına toplumsal bir hareketlilik getirir. İşlenmesi ve anlatılması zor ve yasak olan yazı ve düşünceleri kaleme alır.
Necip Fazıl,siyasi yönüyle hiç korku ve pervası olmayan bir kişidir. Onunla ancak korkusuz ve pervasızlar işlere girişebilir. Yaşadığı dönemde devamlı kendi etrafında oldukça geniş halk kitlelerini bulur. Necip Fazıl öldükten sonra, kendi döneminde gündemde olan ve ağırlık teşkil eden konular, devir ve şartlar değiştiği için gündemdeki yerini kaybeder.
Türk edebiyatı, Türkçe'yi kullanma, akıcılık, dolgunluk ve anlam yoğunluğu bakımından Necip Fazıl'a muhtaçtır. Necip Fazıl da Ahmet Hamdi T ANPINAR gibi Fransız şiir anlayışını benimsemiş, fakat söyleyiş kıymetleriyle birleştirmek suretiyle şiirlerine daha büyük bir hayat kudreti verebilmek sırrına ulaşmıştır.
Necip Fazı!:!9 kendi i_sine göre şiir, iki unsurdan oluşur:
His ve fikir. Şiir bu iki unsurun terkibinden meydana gelir: Ona öre şiirde temel unsur, duygu haline gelmiş düşüncedir. Şiir hiçbir zaman bir tebliğ değildir. Şiir müşahhastan mücerrede doğru giderken duyuruculuk yoluyla manayı telkin ederek neticeye ulaşır.
Necip Fazıl yazdığı şiirlerde şekil ve. sanatı hiçbir zaman ihmal etmez. Şiirin estetik ve fanatik değerler içinde yeni büyük bir sanat gücü ile verilmesini şart koşar. Yine ona öre'. şiirin dış yapısı olan şekil ve kalıp, yan, vezin ve kafiye gibi unsurlarla iç ya ısı o an manasında bir ahenk sağlanması şarttır. Mana şekli aşmalı, ona esir olmamalı.
Necip Fazıl duygularına en uygun hayaller yaratmakta mahir olan bir şairdir. Onun şiirlerinde imajlar bir süs veya kelime oyunu değil, fonksiyonları olan, duyguların mahiyetini ve şiddet derecelerini ifade eden vasıtalardır.
Necip Fazıl'a göre bütün güzel sanatlar gibi şiir de Allah'ı yani mutlak hakikati arama işidir. "Alemin namülenahi kesretinden büyük ve merkezi vahdete ulaşmak şiirin biricik gayesidir." Diyen sanatçının şiire yüklediği fonksiyon da mistik-tasavvufı bir görünümdedir.
Necip Fazıl'ın son dönem şi.irlerinde en çok işlediği tema sonsuzluk, ebediyet ve Allah'tır. Sonsuzluğun ve ebediyetin sırrını çözdüğüne inanan Necip Fazıl'a göre, şairlik cüce işidir. "Büyük sanatkarlık" olarak gördüğü ebediyete kavuşma arzusu da onun biricik gayesi ve "meselesi"dir.
Şiir Kitapları: Kaldırımlar, Ben ve Ötesi Örümcek Ağı, Çile ve Sonsuzluk Kervanı.
ASAF HALET ÇELEBİ (1907-1958)
1907. yılında İstanbul'da doğdu. İlk ve örta öğrenimini Galatasaray Lisesi'nde yaptı Adliye Meslek Mektebi'ni tamamladıktan sonra Üsküdar Asliye Ceza Mahkemesinde katip olarak çalışmaya başladı. Osmanlı Bankası ve Denizyolları İdaresinde çalıştı. En son İstanbul Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü Kütüphanesinde memur olarak çalıştı. 1958 yılında öldü.
Şiire gazel ve rubailer yazarak başlayan Asaf Halet Çelebi'nin ilk şiirleri Servet-i Fünftn, Hamle, Sokak gibi dergilerle, Gün gazetesinde yayımlanır. Şiirlerinde mistik, soyut ve egzotik unsurlar hakim olur. Hem tasavvur, hem de mistisizm onun şiirlerinde harmanlanarak, ona özgü şiirlerin ortaya çıkmasını sağlayan iki önemli unsurdur. Asaf Halet Çelebi'nin hemen hemen bütün şiirlerinde tasavvufi ve mistik eğilimler yer alır. Çocukluğunda büyüklerinden sıkça dinlediği masallar, hikayeler, doğu kültürüne ait efsaneler onun hayal dünyasında oldukça derin izler bırakır, bu izler daha sonra şair kimliğine de güçlü bir şekilde etki eder.
Asaf Halet, kendi ruh hallerini anlattığı şiirlerinde dahi, masal ve tasavvuftan yararlanır. Sadece İslam tasavvufu değil, uzak doğu mistisizmi ve diğer ilahi dinlerin mistisizminden de yararlanır. Hayata ironik olarak baktığı şiirlerinde dahi, dinlediği masalların hayal dünyasında oluşturduğu izler görülür.
Asaf Halet Çelebi'ye göre "şiir basmakalıp bir peyzaj, uluorta bir hikaye olmadığı gibi, neyi ifade ettiği belli olmayan bir musiki de
değildir. Fakat şiirde bunlilrın hepsinden birer nebze bulunmak icap eder. Ancak şairin maksadı ne hikaye anlatmak, ne musiki yapmak ne de resim çizmek olmadığı için bunlar ancak dozu kaçırılmadan şiire verilebilir." Yine ona göre "şair şuuraltı ile çok temas etmesi gereken bir insandır.
Asaf Halet şiirde vezin ve kafiyeye önem vermez, şiirde ahengi yakalamak için bunlara başvurmaz, ahengi şiirin kompozisyonunda arar.
Asaf Halet Çelebi, yaşadığı dönem içinde hiçbir şiir akımının etkisi altında kalmadan kendine özgü şiirler yazabilmiş, diğer taraftan da taklit edilmesi oldukça zor bir şairdir. Cumhuriyet döneminde, eski şiiri oldukça iyi bilen bir sanatçı olarak mistik şiirde yenilik gerçekleştirebilen bir sanatçıdır.
"O, ne gelmiş geçmiş tek şairdi ne de şiirleri tartışılmaz metinlerdi. O yer. yer empresyonist ama çoğunlukla realiteyi mistisizmle karıştıran irrealist söyleyişleriyle bir yandan kimi batılı şairlerle yakınlık kurarken diğer yandan da doğulu mutasavvıf
şairlerden beslenmeyi ihmal etmeyen bir yenilikçi şairdi. Bu yönüyle Asaf Halet, birçok sanatçının geçmişinden ve doğu kültüründen kopuk bir kültürle yetişmeyi yeğlediği bir dönemde yetişmiş olmasına rağmen farklı bir kişiliğe sahiptir.
Asaf Halet Çelebi'nin başlıca şiir kitapları şunlardır: He(l942), Lamelif (1945), Om Mani Padme Hum (1953).
ÖZ ŞİİR ANLAYIŞI
Cumhuriyet döneminde 1930'lu yıllara kadar memleketçi edebiyat anlayışı edebiyat ve sanat hayatında etkili olmuştur. 1930'lu yıllara doğru memleketçi edebiyata karşı sanatı ön plana alan kıpırdamalar görünmeye başlar. Bu hareketlerin ilki Öz şiiri benimseyen sanatçılardır.
"Didaktik şiir anlayışının şiirle bir ilgisi yoktur. Bundan dolayıdır ki, ilk yılların heyecanı bitince, şairler de haklı olarak "beylik edebiyatı" diye nitelendirmeye başladıkları ve birçok kötü şairin elinde tekerlemeler halini alan, memleketi anlatan şiirlerden bıkmış, yeni yollar aramaya başlamışlardır. Batıda savaş sonrası yeni akımlar çıkmıştır. Ancak Batı savaştan çıkmış ve her şeye inancını kaybetmiş bir halde iken Dadaizm akımı orada, . inkarcılığının bütün tesirlerini yaşatmıştı. Halbuki bu tarihlerde Türkiye' de yepyeni bir yaşayış ve inanç vardı. Yeni bir yaşama mücadelesine başlarken, eski kötümser şairler bile tavır değiştirmişlerdir. Bundan dolayı ne Dadaizm ne de ondan türeyen yeni akımlar bizde yankı uyandırdı. Şairlerimiz bu akımları, akımların hızı geçtikten sonra, İkinci Dünya Savaşı'nın eşiğinde yakaladılar.,,63 .
Türkiye’de Cumhuriyet döneminde "sanat sanat içindir" deyip öz şiir anlayışını benimseyen ilk grup YEDİ MEŞALECİLERDİR. Şiirlerini Yedi Meşale adlı bir kitapta toplayan Muammer Lutfi, Sabri Esat Siyavuşgil, Yaşar Nabi Nayır, Vasfi Mahir Kocatürk, Cevdet Kudret, Ziya Osman Saba ve Kenan Hulusi Korayadlı gençlerin oluşturduğu bir harekettir. Bunlar eserlerini Meşale adlı bir dergide yayınlıyor ve bunlara Ahmet Haşim de yazılar gönderiyordu. Bu grup artık Ayşe, Fatma edebiyatından bıktıklarını ilan ediyor ve ne olduğu çok da açık seçik belirtilmeyen ancak Servet/-i Fünun ve Fecr-i Ati şiir anlayışlarına yakın duran ve bunların devamı olduğunu gösteren şiirler yazıyorlardı.
Bunlara göre şiir hiçbir fikir ve ideolojinin hizmetinde kullanılamaz Gerçek şiir, sanat için yazılan, samimi ve yenilik dolu olan şiirdir.
Yedi Meşale'nin Mukaddimesi "Bu eser size her türlü müşkilata rağmen yalnız sanat aşkıyla çalışan birkaç gencin bir senelik edebi mahsülünü takdim ediyor" diye başlar.
Mukaddimede gençler kendilerinin de zamanla önemsiz kalacaklarını, buna rağmen taklitçi edebiyattan kurtulmak için vazifeye atıldıklarını belirtirler. Sanat anlayışlarını kısaca şöyle özetleyebiliriz: Dünün mızmız ve soluk hisleri ve Ayşe Fatma terennümleri terk edilecek. -Yalnız duygular ifade edilecek. -Şiirin konu ve temaları genişletilecek. -Yıllardır değiştire değiştire, verilen fikir ve konulardan vazgeçilecek. -Şiirde canlılık samimiyet ve yenilik esas olacak. -Gerçek bir sanat eseri meydana getirmek için şiirlerde sanat ve inceliğe dikkat edilecektir.
"Bu önsöz, edebi bir tatminsizlik ve mevcut edebiyattan bıkış ile edebiyatın bozulduğu bittiği hakkında, hemen her devirde söylenegelen sözlere bir tepkiden ibarettir. Bu ifadelerin çoğu Abdülhak Hamid ve Recaizade Mahmut Ekrem'in şiirin hiçbir şekilde sınırlandırılmayacağını anlatan yazı ve şiirlerini andırır.,,64
Bu şairler Türk edebiyatından Servet-i Fünun ve Fecr-i Ati şairleri Avrupa edebiyatından da Parnas akımın etkisinde kalmışlardır. Bu hareket fazla uzun sürmez. Yedi Meşale'yi çıkaran gençlerin çoğunda şiir faaliyeti bir gençlik hevesi olarak kalır. |