Edebiyat Karşık Konular 2
Aradığınız Konuların Çoğu Mevcuttur Ctrl+F ile Bulmalısınız....Liste çok uzun...
-N-

* Namaza meyli olmayanın ezanda kulağı olmaz : Bir işin bütününü istemeyen kimseler, o işin ayrıntıları ile hiç ilgilenmezler.
* Nasihat isteyen tembele iş bulursun : Tembel kimseler kendisine söylenen işi başka türlü yorumlayıp, bu yorum üstüne fikirler ileri sürerek o görevi yapmak istemezler veya kendisine önerilen işi başka bir biçimde yapmayı öğrenirler.
* Ne doğrarsan aşına, o çıkar kaşığına : Kişi çok çalışırsa gelecek günleri de başarılı olur. Kazancı bol olur. Az çalışırsa kazancı, başarısı da az olur.
* Ne ekersen onu biçersin : Kişiler çevrelerine nasıl davranırlarsa öyle cevap alırlar.
* Ne idik, ne olduk : İçinde yaşadığımız toplum çok hızlı değişiyor. Biz bu toplumda bulunduğumuz ortamdan çok değişik ortamlara geldik. Bundan sonra da nerelere geleceğimiz, neler olacağı belli değil.
* Ne oldum dememeli, ne olacağım demeli : Esas olan başarının niteliğinden çok devamlılığıdır.
* Ne verirsen elinle, o gelir seninle : İnsanlar yaşamları boyunca daima iyilik yapmalıdır. Bu iyiliklerin karşılığı, bir gün mutlaka sahibini bulacaktır.
* Nerede birlik, orada dirlik : Kişiler arasında anlaşma, duygu ve düşünce birliği olursa orada huzur, güven ve düzen olur.
* Nerede hareket, orada bereket : Çalışmanın çok olduğu yerde, bu çalışmaların sonucu olan ürünler de çok olur.
* Niyet hayır, akıbet hayır : Bir işe başlarken iyi niyetle hareket edilirse sonuç ta iyi olur.

-O-

* Oduncunun gözü omcada : Bütün insanlar kendi işlerine yarayan şeylerle çok yakından ilgilenirler.
* Oğlan dayıya, kız halaya çeker : Oğlan çocuğu genlerin tesiri ile dayıya, kız ise halaya çeker, onun hareket ve tavırlarını alır. (Halk arasında yapılan bir yorumdur)
* Oğlanınki oğul bağı, kızınki bahçe gülü : Kişinin torunu oğlundan olursa oğul balı diyerek ,kız evlattan olursa bahçe gülü diyerek sevinir.
* Olacakla öleceğe çare yoktur : İnsanların yaşam boyu karşılaşacakları ne varsa doğarken belli olur ama kişi bunu bilmez. Başımıza gelen ve elimizde olmayan sebeplerle oluşan olaylara çok üzülmemek gerekir.
* Olmaz olmaz deme, olmaz olmaz : Hayatta hiç ummadığımız olaylar, en şaşırtıcı biçimde karşımıza çıkabilir.
* Orman olur da domuz olmaz mı? : İyi bir ortamda çıkarcılar bulunabilir, bulunması doğaldır.
* Osmanlı'nın ekmeği dizindedir : İşlerimizin başarılı olması için kendimize ayırdığımız zaman çok olmamalıdır. İşlerimize ne kadar ağırlık verirsek o kadar başarılı oluruz.
* Osurukla boya boyanmaz : Gerekli bilgi ve görgü olmadan bir işi tam olarak görüp bitirmek imkansızdır.
* Otu çek köküne bak : Bir kimsenin hakkında tam olarak bilgi sahibi olmak istenirse o kimsenin soyunu sopunu çok iyi incelemek gerekir.



-Ö-

* Ödünç; güle güle gelir, ağlaya ağlaya gider : Ödünç verilirken veren de alan da güler yüzlüdür, mutludur. Ödünç alınan geri verilirken ise durum değişiktir. Para veren kimse de parasını zamanında alamazsa tarafların arası çok çabuk bozulur.
* Öfke baldan tatlıdır : İnsan sinirlendiği zaman bağırır çağırır, rahatlar.
* Öfkeyle kalkan zararla oturur : Aniden öfkelenerek sergilenen davranışlar kırıcı olur. Sonuçları önceden tasarlanamaz.
* Öküze boynuzu yük değil : Meşgul olduğu iş,kişiye yük olmaz. Onları yaşamının bir parçası olarak kabul eder.
* Öksüz çocuk göbeğini kendisi keser : Bir koruyanı, kollayanı olmayan kimseler her işlerini kendileri yapmak zorundadır.
* Ölenle birlikte ölünmez : Ölüm kaçınılmazdır. Ölen bir kimsenin ardından yas tutmak ta onu geri getirmeyecektir. Bu durumu bilerek ona göre davranmak gereklidir.
* Ölüm var, dirim var : İnsanlar malını ve zamanını, varlığını düşünerek kullanmalıdır, geleceğini düşünmelidir.
* Ön tekerlek nereye giderse arka tekerlek de oraya gider : Bir ailede büyükler nasıl bir yaşam içindelerse çocuklar da benzer bir hayat sürdürürler.
* Öpülecek el ısırılmaz : Hürmet gösterilmesi gereken kişilere saygısızlık etmek hatadır.



-P-

* Padişah yasağı üç gün sürer : Padişahlık idaresi, bir kişinin sözünün geçtiği bir yöntemdir, keyfidir. Bugün çıkarılan yasaklar, yarın bir neden ile ortadan kaldırılırlar. Bunun içindir ki emirlerinin devamlı olacağını düşünmemek lazımdır.
* Palamut çok biterse kış erken olur : Uzun yılların tecrübesine dayanılarak elde edilen sonuçlara göre meşe ağaçlarında palamudun çok olması kışın erken geleceğini gösterir.
* Papaz her gün pilav yemez : Her işi daima bir kişiye yaptırmak doğru değildir. O kişi çok defalar ses çıkarmadan bu sıkıntıya katlandıysa da günün birinde yapamayacak duruma gelir ve yapmaz. Bunun için insanları usandırmayacak bir yöntem izlemekte yarar vardır.
* Para dediğin el kiri : İnsanlar bütün ömürlerini paraya bağlamamalıdırlar.
* Para ile imanın kimde olduğu bilinmez : Para bütün toplumlarda dikkati çeken bir araçtır. İman ise tanrı ile kul arasında olduğu için başkalarının bilmesine gerek yoktur. Söylenilmesi de acayiplik yaratır.
* Pazar ilk pazardır : Pazara götürüp satmak istediğimiz mala verilen ilk fiyat en iyi fiyattır.
* Perşembenin gelişi, çarşambadan bellidir : Bir işin nasıl sonuçlanacağı, işin bugünkü durumundan belli olur.
* Pilav yiyen, kaşığı belinde gerek : Bir işe girişmek isteyen kimseler o iş için gerekenleri yanlarında bulundurmak zorundadırlar.
* Pilavdan dönenin kaşığı kırılsın : Kişi, bir olayın sonuçlanması için elinden gelen gayreti göstermelidir.



-R-

* Rağbet güzel ile zenginedir : Güzel ve zengin olan kimseler her zaman ilgi görürler. El üstünde tutulurlar.
* Rahat ararsan mezarda : Yaşayan her kişinin az veya çok kendine göre bir derdi, sıkıntısı mutlak bulunur.
* Ramazanda yalan söyleyenin yüzü, bayramda kara olur : Hayatta her zaman doğru olmalı, doğru davranılmalıdır. Yalan söylemek, belki bir zaman için etrafımızdaki kandırmamıza neden olur. Ama gelişen olaylar, söylenen yalanı bir gün mutlak surette açığa çıkartır.
* Rençber kırk yılda, tüccar kırk günde : Rençberin büyük emek harcayarak kazandığını, tüccar küçük bir ticaret oyunu ile kazanır.
* Rüşvet kapıdan girince insaf bacadan çıkar : Doğru yoldan ayrılan ve şerefini rüşvet için feda eden kişiden her kötülüğü beklemek gerekmektedir.
* Rüzgar eken fırtına biçer : Etrafında bulunanlara her zaman kötülük yapan kimseler sonunda mutlaka büyük kötülüklerle karşılaşırlar
* Rüzgar esmeyince yaprak oynamaz : Meydana gelmiş hiçbir olay sebepsiz değildir.
* Rüzgara karşı tüküren, kendi yüzüne tükürür : Kendi gücünün üstünde bir güç ile uğraşmak isteyen kimseler sonunda kendileri ziyanlı çıkarlar.
* Rüzgarlı havanın kuytusu,yağmurlu havanın uykusu : Rüzgarda kuytu bir yer bulmak rahatlıktır.
-S-

* Sabah ola, hayır ola : Sabahlar güçlü başlangıçlardır. Verimlili için günün bu saatlerini değerlendirmek gereklidir.
* Sabır acıdır, meyvesi tatlıdır : Bir konuda sıkıntılı günlere katlanmak zordur. Ama dayanıldığı takdirde sonuçları güzeldir.
* Sabreden derviş, muradına ermiş : Sabırlı olan kişiler, isteklerine kavuşurlar. Sabır ile mücadele edildiğinde başarı mutlaka bizim olacaktır.
* Sabrın sonu selamettir : Karşılaştığı bütün zorluklardan hemen yılıp kaçmayan, sabretmesini bilen kimselerin işleri sonunda başarıya ulaşırlar.
* Saç sefadan tırnak cefadan uzar : Keyifli insanların saçları, sıkıntıda olanların tırnakları uzar. (yaygın bir halk görüşü)
* Saçım ak mı kara mı? Önüne düşünce görürsün : Konunun nasıl olduğunu sormaya gerek yoktur. Çok geçmeden bitecektir anlamında kullanılır.
* Sade pirinç zerde olmaz, bal da gerek kazana; ata malı tez tükenir, evlat gerek kazana : İnsanlara babasından mal kalır. Ama bu, kişinin o malı iyi kullanacağını göstermez. Hazır yemeye başlanırsa tez zamanda tükenir, biter. Kişi kendine, kendi emeğine güvenmelidir.
* Sana taşla vurana sen aşla vur : Kötülük yapan kimselere iyilik yapmak insanlık kuralıdır.
* Sanat altın bileziktir : Sanat bir kimsenin bir işi en iyi bir biçimde her yerde ve şartta yapmasıdır.
-Ş-

* Şahin ile deve avlanmaz : Her işi yapmanın bir yöntemi vardır.
* Şahin küçük et yer, deve büyük ot yer : İnsanlar fiziki görünüşlerine göre değil, yaradılış özelliklerine göre davranırlar. Görünüşü küçük olan kişi, her zaman güçsüz olarak görülmemelidir.
* Şakanın sonu kakadır : Devamlı şaka yapmak hatalıdır. Önce güzel ve eğlenceli gelirse de bir zaman sonra dayanma gücü azalır ve küçük kırgınlıklar ortaya çıkar.
* Şaşkın ördek başını bırakır, kıçından dalar : Her iş, bir düşünce ile, bir plan ile yapılmalıdır. Ne yaptığını iyi bilmeyen kimseler, giriştikleri işlerde akılcı yollardan ayrılırlar.
* Şer işi uzat hayra dönsün, hayır işi uzatma şerre dönmesin : Kötü olan işlerin üzerinde çalışmalı, o işi iyiye çevirmelidir. İyi olan işleri hemen sonuçlandırmak gereklidir.
* Şeriatın kestiği parmak acımaz : Kanunlar herkese eşit olarak uygulanmalıdır. Böyle olursa, kanunda yazılan cezaya kimse itiraz edemez, boyun eğer.
* Şeytanla ortak buğday eken samanını alır : Hilekar, sorumsuz kimselerle ortak olanlar, yapılan işin zararını yüklenirler.
* Şimşek çakmadan gök gürlemez : Söylenen, konuşulan her olay daha önceki başka bir olaydan kaynaklıdır.
* Şöhret felakettir : Ünlü olmak birçok sıkıntıyı da beraberinde getirir.



-T-

* Tabak sevdiği deriyi yerden yere çalar : İnsanlar, ileride başarılı olmasını istedikleri kişileri kıyasıya çalıştırırlar.
* Tabancanın dolusu bir kişiyi, boşu kırk kişiyi korkutur : Tabancayı, sinirli olunan durumlarda lüzumsuz yere kullanmak sahibinin başına dert açar. Ama tabanca; taşıyan kişinin belinde iken çok kimse bu durumdan ürker.
* Talihsiz hacıyı deve üstünde yılan sokar : Düşündüğünü uygulaması nasip olmayacak kişinin karşısına, hatıra hayale gelmeyen engeller çıkar.
* Tandır başında bağ dikmek kolaydır : Hayal kurmakla sorunlar çözümlenemez. Esas problem, düşleri uygulama alanına sokmaktır.
* Tarla çayırda, bağ bayırda : Tarla ve bağ alırken yerlerine dikkat edilmelidir.
* Taş düştüğü yerde ağırdır : İnsanın değeri bulunduğu çevrede iyi bilinir.
* Tatarın kılavuza ihtiyacı yok : Yapacağı işi çok iyi bilen kimselere başkalarının yardım etmesi gerekmez.
* Tebdil-i mekanda ferahlık vardır : Kişi bulunduğu yerde yeni kimselerle tanışırsa rahatlar.
-U-

* Ucuzdur vardır bir illeti, pahalıdır vardır bir hikmeti : Ucuz mallar genellikle kalitesizdirler. Kısa bir zaman sonra kullanılamaz hale gelirler. Bunun için o mal bize daha da pahalıya gelmiş olur.
* Ulu sözü dinlemeyen uluyakalır : Tecrübeli kimselerin sözlerini dinlemeyip kendi kafası doğrultusunda giden kimseler sonunda büyük zararlara uğrarlar. Sıkıntı ve dertten kurtulamazlar.
* Ulular köprü olsa basıp geçme : İnsan kendinden büyüklere her zaman hürmet etmelidir.
* Ummadığın taş baş yarar : Dış görünüşe bakılıp verilen kararlar, bazen büyük hatalara yol açabilirler.
* Umut fakirin ekmeğidir : Fakir olan kimseler, kısa süre sonra durumlarının değişeceğini düşünerek avunurlar.
* Ustanın çekici bin altın : Sanatkar kimseler bir çok kişinin yapamadığı bir işi çok kısa bir sürede küçük bir hareketle yapıverirler.
* Uyku ölümün kardeşidir : Uyuyan kimsenin dünya ile ilgisi kesilir. Olup bitenden haberi olmaz.
* Uyuyan yılanın kuyruğuna basma : Kimseye zararı dokunmayan kimseleri kızdırmak, başkalarının zarar görmesine yol açabilir.
* Uzaktan davulun sesi hoş gelir : Özelliğini iyi bilmediğimiz iş ve konuların sıkıntılarını da bilmemize imkan yoktur. Bazen çok zor bir konuyu çok kolaymış gibi kabul ettiğimiz de olur.



-Ü-

* Üç elli, yaz belli : Kasım ayının sekizinden sonra üç defa elli gün sayılırsa nisan ayına, yani havaların ısındığı aya girilmiş olunur. Soğuklar biter.
* Üç göç, bir yangının yerini tutar : Bir yerden bir yere taşınma zahmetli ve ziyanlı bir iştir.
* Üremesini bilmeyen it, sürüye kurt gelir : Bir toplulukta nasıl davranılması gerektiğini bilmeyen kimseler, kendileriyle birlikte başkalarının da başına dert açarlar.
* Üşenenin oğlu, kızı olmamış : İnsan bir varlık elde etmek istiyorsa tembel tembel oturmamalıdır.
* Üzüm üzüme baka baka kararır : Çok samimi olan kimseler, birbirlerinin huylarını benimserler.
* Üzümün çöpü var, armudun sapı : Her konunun kendine göre ufak olumsuzlukları bulunabilir. Bir işin olumlu yönleri dururken, olumsuz olanları üzerinde yoğunlaşmak doğru değildir.
* Üzümün ye de bağını sorma : Sunulan imkanların kaynağını sorgulamak her zaman doğru olmayabilir.



-V-

* Vücut kocar, gönül kocamaz : Hangi yaşta olursa olsun kişi gönlü sayesinde hep genç kalmayı başarabilir.
* Verirsen doyur, vurursan duyur : Yardım yapılacaksa gereken ölçüde yapılmalıdır.
* Veren el, alandan üstündür : Yardım ve iyiliksever kimseleri herkes sever, sayar.
* Varsa pulun, herkes kulun; yoksa pulun, dardır yolun : Parası çok olan kimseye herkes iltifat eder, yakınında bulunmak ister. Yoksullara kimse yüz vermez. Adını deliye de çıkarabilirler.
* Varsa hünerin, her yerde vardır yerin : Hüner, kişinin her şartta en iyi yaptığı, başarılı sonuç aldığı yeteneğidir. Bunun içindir ki her kişi mutlak bir hüner sahibi olup hayata öyle atılmalıdır.
* Vakit nakittir : Zaman en değerli varlığımızdır. Hayatımızdaki en küçük bir anı bile boşa geçirmemek lazımdır.



-Y-

* Yabancı koyun kenarda yatar : Toplumdaki kişiler kısa zamanda büyük yakınlık göstermedikleri için yeni gelenler yabancılık çekerler.
* Yağ yiyen köpek tüyünden belli olur : Hiçbir sebep yokken yaşama düzeyi birden değişen, yükselen kişinin çaldığı ve rüşvet aldığı bellidir.
* Yağmur yağsa kış olur, kişi halin bilse hoş olur : İnsanların etraflarına karşı davranışları, kendi sosyal durumları ile orantılı olmalıdır.
* Yakasından atmak : Zorlu bir işi başkasına yüklemeye çalışmak.
* Yalancı kim? İşittiğini söyleyen : İnsanlar her duyduklarını, doğrulamadan başkalarına söylememelidirler.
* Yalnızlık Hakk'a mahsustur : Tek başına olmak, Tanrı'ya ait bir durumdur.
* Yanık yerin otu tez biter : İnsanlara büyük ıstırap veren olaylar, bir zaman sonra unutulur.
* Yol sormakla bulunur : Bir işe doğru başlamak için bilmediklerimizi sormak, öğrenmek lazımdır.
* Yolundan giden yorulmaz : Yapacağı işin tekniğini iyi bilen, uygulamasında deneyim sahibi olan kimse yapacağını önceden tespit eder, sonra uygular. Sonuca sıkıntısız ulaşır. Bunları bilmeyenler ve uygulamayanlar deneme yanılma yöntemi ile hem çok para, hem çok zaman kaybederler. Hem de meydana çıkan iş arzu edilen düzeye erişmez.
* Yük altında ancak eşek kalır : İnsanlık sıfatı olan kimse kendisine yapılan iyiliğin altında kalmaz. Bir zaman bulur, karşılığını verir.



-Z-

* Zahmetsiz rahmet olmaz : Çaba göstermeden, sıkıntı çekmeden arzu edilen güzel ve iyi sonuçlara ulaşılmaz.
* Zaman sana uymazsa sen zamana uy : İçinde yaşanılan zamanın şartları, bizim düşünce ve davranışlarımıza uymayabilir. Kendi düşüncelerimizi kabul ettirmek için etrafımızdakiler ile sürtüşmek doğru değildir. Zamanın gidişine uymak,ona göre davranmak en çıkar yoldur.
* Ziyan olan koyunun kuyruğu yağlı olur : Elden kaçırılan fırsatlar küçük olsa da çok büyük görünür. Kişinin dilinden hiç düşmez. Hep büyüterek ondan bahseder.
* Zemheride sür de çalı ile sür : Tarlanın zemheride sürülmesi ekinin iyi olması için çok önemlidir. Tarlayı dikkatli ve derin sürmek gerekir.
* Zengin arabasını dağdan aşırır, züğürt düz ovada yolunu şaşırır : Varlıklı kişi, parasının ve itibarının çokluğu ile olmayacak işlerini bile kolaylıkla görür. Fakir ise parası olmadığı için en olacak işini bile bitiremez.
* Zenginin basması ipekli görünür : Zengin kişilerin giydikleri, yedikleri en pahalısından seçilmiş zannedilir.
* Zengin kesesini, züğürt dizini döver : Maddi durumu çok iyi kişiler her zaman parası ile övünür. Züğürt ise arzuladığı iş parası olmadığından yapamayacağı için üzülür. Istırap ve sıkıntı çeker.

NİNNİLER

BEBEĞİM
Bebeğim kocaman, onu tutamam.
Ninniler söylerim, hiç uyutamam.
Oynayıp gülüyor, bizi süzüyor.
Mamasını yemiyor, beni üzüyor.
Evcilik oynarken bana eş olur.
Hem anne hem baba hem kardeş olur.
Oynayıp gülüyor, bizi süzüyor.
Mamasını yemiyor, beni üzüyor.

NİNNİ
Çocuğum geceler yatağın
Çağırır bir ninniye vücudunu
Bu sesler gecelere
Sanki bir ninni söyler
Gece ninni gibi dinler
Uyusun da büyüsün ninni.


NİNNİLER
Ninnilerin benim olsun
Uykularım senin olsun
Akan sular ömrün olsun
Ninni yavrum, kuzum ninni

NİNNİ
Hey develer develer
Peynirlidir pideler
Yedi yedi dedeler
Hani bize dediler
Oğluma uyku verdiler.

NİNNİ
Gökte yıldız oynuyor
Gözüm yavruma doymuyor
Ellerde yavruma doymuyor
Ellerde yavru çok amma
Benim yavrum uyumuyor
Ninni, ninni bebeğim ninni

NİNNİ
Derin gölde biter kamış
Uzar gider vermez yemiş
Benim oğlum safi gümüş
Kuzum nenni yavrum nenni

E E ESİNE
Yavrum gitti teyzesine
Teyzesi çok kibar hanım
Altın koymuş çevresine
Uyusun da büyüsün ninni,
Tıpış tıpış yürüsün ninni

NİNNİ
Dandin dandin danadan
Doğmuş bebek anadan
Böyle güzel doğar mı?
Öyle çirkin anadan.

NİNNİ
Al babası al babası
Yağlığımı sar babası
Oğlun mektebe hazırla
Kitap al da sal babası

NİNNİ

Minik minik kolları,
Düşmüş iki yanına,
Başı düşmüş yastığa,
Uyuyor mışıl mışıl,
E bebeğim ee ee ee
E bebeğim ee ee ee

NİNNİ
Kavak gibi boylanasın ninni
Söğüt gibi dallanasın ninni
Kazanılmış mal yiyesin ninni
Ninni benim yavrum ninni

NİNNİ
Tilki duymasın ninni
Tilki duyarsa yavrum
Hem seni yer hem beni
Ninni yavrum ninni

NİNNİ
Karga seni tutarım
Kanadını yolarım
Yelpazeler yaparım
Hanımlara satarım.
Uyuyacak yavrum ninni
Büyüyecek yavrum ninni
Ninni benim yavruma ninni

NİNNİ
Ninni ninni ninnice
Akşam baban gelince
Hani yavrum deyince
Seni önüne koyunca
Öpüp garnı doyunca
Ninni yavrum ninni
Ninni ninni hu ninni

NİNNİ
Yola giden yolcu baba
Bizde giyerik aba
Osmancıkta Koyun baba
O da sana himmet versin
Allah sana ömür versin ninni

NİNNİ
Gökyüzünde olur ülker
Ciğerciğim yanar tüter
Konya'da ki molla Hünker
O da sana himmet etsin
Allah sana bir can versin

NİNNİ
Elime aldım kelebi
Dolaştım Şam'ı Halep'i
Çorum'da yatan Elvan Çelebi
O da sana himmet etsin
Allah sana ömür versin ninni

NİNNİ
Ninni de ninni demekten
Ben kesildim yemekten
Hastayım annem yürekten
Doktor gelsin frekten
Ninni benim yavruma ninni
Ninni benim kuzuma ninni

NİNNİ
Gökyüzünde olur ceylan
Oldum cemaline hayran
Ankara'da Hacı Bayram
O da sana himmet etsin
Allah sana bir can versin ninni

NİNNİ YAVRUM NİNNİ

Ninni çaldım beşiğine
Devlet konsun eşiğine
Düşman ölsün keşiğine (sırasına)
Ninni yavrum ninni

NİNNİ

Asmaya kurdum salıncak
Eline de verdim oyuncak
Yine de uyumadı gitti
Şu küçücük yumurcak.

NİNNİ
Dandini dandini danalı bebek
Elleri kolları kınalı bebek
Benim de yavrum cicili bebek
Uyusun da büyüsün ninni...

Dandini dandini dastana
Danalar girmiş bostana
Kov bostancı danayı
Yemesin lahanayı...

Lahanayı yemez kokunu yer
Benim de kuzum lokum yer
Uyusun da büyüsün ninni
Tıpış tıpış yürüsün ninni...

ESKİ TÜRK EDEBİYATI

ESKİ TÜRK EDEBİYATI

XIII. asırdan sonra Türk cemiyet hayatında çeşitli zümre ve çevrelerin teşekkülü, değişik edebî mahsullerin ortaya çıkmasına sebep olmuştu. Saray, konak, medrese çevrelerinde ve bunlara yakın topluluklarda okumuşlara mahsus yeni bir edebiyat doğmaya başlamıştı. Kaynağını ve örneğini daha çok İran edebiyatından alan, İslâm kültürünün bütün kollarından belenen, Türk ruhunun hususiyetlerini aksettiren ve mahallî çizgileri veren bu edebiyat, 600 yıldan fazla devam etmiş ve canlılığını kaybetmekle beraber günümüze kadar gelmiştir.

Yüksek zümre edebiyatı denen ve asırlar boyunca dil ve muhteva bakımından örnek teşkil ettiği ve okullarda okutulduğu için "klasik" kabul edilen bu edebiyat, umumiyetle Divan edebiyatı ismiyle tanınmıştır. Bu suretle adlandırılmasına sebep, bu edebiyatın daha çok manzum eserlerden meydana gelmesi ve şiir kitaplarına "divan" denmesidir.

Divan şiiri Anadolu'da XIII. asırda Selçuklular zamanında Hoca Dehhânî ile başlamıştır. XIV. asırda Ahmedî, Şeyhoğlu, Ahmed-i Dâî gibi şairlere sahip bulunan bu edebiyatın ilk büyük üstadı XV. asırda yaşamış olan Şeyhî'dir. Fatih devrinde Ahmet Paşa ve daha sonra Necâtî'yi yetiştiren Divan şiiri XVI. asırda Zâtî, Bâkî, Hayâlî, Taşlıcalı Yahya, Nev'î, Fuzûlî, Rûhî-i Bağdâdî, Hâkanî, XVII. asırda Şeyhülislâm Yahya, Nef'î, Nâilî, Necâtî, Nev'î-zâde Atâî, Nâbî, Sâbit. XVIII. asırda Nedim, Şeyh Galib, Râgıb Paşa, XIX. asırda Yenişehirli Avni, Ziya Paşa gibi büyük sanatkârların eserleriyle fevkalâde bir gelişme göstermiştir.

İslâm kültürü kaynağından beslenen ve bilhassa başlangıçta İran edebiyatını örnek alan Divan edebiyatımız muhteva itibariyle çok çeşitli unsurlara dayanmaktadır. Divan edebiyatının iç zenginliğini ve özünü teşkil eden ve bugün onu iyi anlamak için bilinmesi gereken bu eski kültür ve bilgi malzemesi şunlardır :

1- Dinî inançlar (âyet ve hadisler),

2- İslâmî ilimler (tefsir, kelâm, fıkıh)

3- İslâm tarihi,

4- Tasavvuf ve remizleri,

5- İran mitolojisi (şahsiyetler ve hâdiseler),

6- Peygamber kıssaları, mûcizeler, efsaneler, rivayetler

7- Tarihî, efsanevî, mitolojik şahsiyetler ve hâdiseler,

8- Çağın ilimleri (hikmet, kimya, hendese, tıp vs.),

9- Türk tarihi ve millî kültür unsurları,

10- Devrin edebiyat anlayışı ve edebî bilgileri (belâgat),

11- Dil malzemesi (deyimler, atasözleri; Arapça ve Farsça kelimeler, şekiller, tamlamalar, birleşik sıfatlar vs.)

FECRİ ATİ EDEBİYATI

24 Temmuz 1908'de ilan edilen II. Meşrutiyet'ten sonra ülkede canlı ve hareketli bir edebiyat hayatı başlamıştır. Edebiyatta ki bu canlılık aslında ülkede II.Meşrutiyet'in getirdiği özgürlük ortamı içinde her türlü fikrin serbestçe tartışılabilir hale gelmiş olmasındandır.II.Meşrutiyet'in ilanından sonraki devirde edebiyatımız biraz da Abdülhamid'in baskılı rejiminden kurtularak imparatorluğu çepeçevre saran siyasi olayların içine girmiştir.

Bu yılların edebiyat ortamında edebiyata hevesli İstanbul gençlerinden bir grup 1909 da Fecri Ati adında bir topluluk kurarlar. Ülküleri Servet-i Fünun topluluğuna benzeyen fakat onlardan daha ileri bir edebiyat topluluğu meydana getirmektir. Bunlarda tıpkı Edebiyatı Cedideciler gibi Servet-i Fünun dergisini kendi eser ve görüşlerini yazacak bir organ saymışlar,edebiyatta yapmak istediklerini de bir bildiri ile açıklamışlardır.

Bu bildiride yeni görüşün hangi prensiplere sahip olduğu ve çizilmiş bir hedefe benzer hususlar yoktur. Edebi bir görüşün belirtilmesinden çok,genç edebiyatçıların birlikte hareket edecekleri ve topluca çalışıp yazacakları açıklanmıştır.Önemli bir prensip ortaya koyamayan ve Servet-i Fünuncular kadar etkili bir ekol olamayan Fecri Ati topluluğunun daha sonraları ortaya çıkan gaye ve prensibi şöyle özetlenebilir. “Sanat,şahsi ve muhteremdir.”

Ne var ki topluluğun üyelerinin hem yaş olarak çok genç olmaları,hem kültür yönünden oldukça zayıf bulunmaları,hem de edebiyatımızda yeni bir çığır açacak önemli prensipler ortaya koyamamış bulunmaları yüzünden Milli Edebiyat Hareketi'ni savunanlarca çok kolay bertaraf edilmişlerdir.Zaten Fecri Ati topluluğu varlıklarını gösterebilmek için sık sık kendilerinden öncekileri hırpalayan eleştiriler kaleme almaktan, Edebiyatı Cedideciler'in dil anlayışlarını sürdürüp bazı batı örnekleri teklifinden başka önemli bir rol oynayamamışlardır.

Ali Cenap Yöntem'in o zaman Selanik'te topluluğun muhabir azası olmasına rağmen, onların fikirlerini de eleştirmesi belli bir edebi görüş birliğinin Kurulmamış olduğunu gösterir.Bu yüzden Fecri Aticiler daha fazla dayanamayıp iki yıl sonra Balkan Savaşı içinde dağılmışlardır.

Fecri Ati topluluğunun yazarları şunlardır: Celal Sahir,Ahmet Haşim,Emin Bülent,Mehmet Fuat,Tahsin Nahit,Mehmet Behçet,Faik Ali,Refik Halit,Yakup Kadri,Hamdullah Suphi,Fazıl Ahmet,Şahabettin Süleyman...

Sonuç olarak bu topluluktan edebiyat tarihimize önemli bir ekol değil,bir kaç tane isim kalmıştır.Yakup Kadri,Refik Halit,Ahmet Haşim ve Fuat Köprülü.Bunlardan Ahmet Haşim dışında diğerleri Milli Edebiyat akımının önemli ölçüde etkisi altında kalarak,yazı hayatına devam etmişlerdir. Bilhassa Fuat Köprülü,daha sonraları yaptığı ilmi araştırmalarla Milli Edebiyat hareketinin aydınlanıp yayılmasına önemli katkılarda bulunmuştur.



Fecri Ati Edebiyatının Genel Özellikleri:



·Örnek olarak Fransız edebiyatını aldılar.

·Eserlerinde aşk ve tabiat konusunu işler.

·Duygulu ve romantik bir aşkı dile getirdiler.

·Gerçekten uzak tabiat tasvirleri yaptılar.

·Fransız sembolistlerinden etkilendiler.

·Şiirlerinde aruz veznini kullandılar.

·Serbest müstezatı geliştirerek kullanmaya devam ettiler.

·Ağır bir dil kullandılar.dil Arapça,Farsça kelime ve tamlamalarla yüklüdür.

·Herhangi bir yenilik getirememişlerdir.Serveti Fünun edebiyatının devamından öteye gidememişlerdir.

·Fecr-i Ati topluluu:Refik Halit Karay ,Ali Canip Yöntem ,Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Ahmet Haşim, Celal Sahir gibi sanatçılardan oluşur.

FABILLAR

FABILLAR

.: KARGA İLE TİLKİ :.

Bir dala konmuştu karga cenapları;

Ağzında bir parça peynir vardı.

Sayın tilki kokuyu almış olmalı,

Ona nağme yapmaya başladı:

“-Ooo! Karga cenapları,merhaba!

Ne kadar güzelsiniz,ne kadar şirinsiniz!

Gözüm kör olsun yalanım varsa.

Tüyleriniz gibiyse sesiniz,

Sultanı sayılırsınız bütün bu ormanın.”

Keyfinden aklı başından gitti bay karganın.

Göstermek için güzel sesini

Açınca ağzını,düşürdü nevalesini.

Tilki kapıp onu dedi ki: “Efendiciğim,

Size güzel bir ders vereceğim:

Her dalkavuk bir alığın sırtından geçinir,

Bu derse de fazla olmasa gerek bir peynir.”

Karga şaşkın,mahcup,biraz da geç ama,

Yemin etti gayrı faka basmayacağına.

La Fontaine



.: SALYANGOZ VE EVİ :.

Salyangozları bilir misiniz?Onlar da tıpkı kaplumbağalar gibi evlerini sırtlarında taşırlar. Bir zamanlar,evini sırtında taşımaktan hoşlanmayan sevimsiz bir salyangoz yaşarmış.Üstelik evinin rengi de hiç hoşuna gitmezmiş.

Bizim salyangoz,kelebek ve uğurböceğini çok severmiş.Arada bir onlarla dertleşir,sırtında taşıdığı evi onlara şikayet edermiş.”Ah keşke!” dermiş.”Evimi sırtımda taşımak zorunda olmasaydım.Hadi taşıyorum,bari sizin ki gibi bol desenli ve renkli olsaydı.”

Kelebek ve uğurböceği bir gün salyangoza;”Sevgili arkadaşımız!” demişler.”Hani evim renkli olsun diyorsun ya,biz çaresini bulduk.Ressam olan bir tırtıl var.Seni ona götürürsek eğer, evini rengarenk boyar.”

Salyangoz buna çok sevinmiş.”Ne duruyoruz!Hemen gidelim.”demiş.Böylece düşmüşler yola. Tırtılın kapısını çalmışlar.Gelen misafirleri dinleyen tırtıl, boyalarını ve fırçasını alıp çalışmaya başlamış.Sonunda salyangozun evine çok güzel desenler çizmiş.Salyangoz yeni görüntüsünü beğenmiş beğenmesine ama yine de evinin sırtında olması onu çok üzüyormuş.

Dönüş yolculuğunda üç arkadaş şiddetli bir yağmura yakalanmış.Kelebek ve uğurböceği öyle ıslanmışlar ki,sele kapılmaktan zor kurtulmuşlar. Oysa salyangoz hemencecik evinin içine girmiş. Yağmur dinip de evinden dışarı çıkınca,arkadaşlarının perişan halini görüp üzülmüş.Sonra da kendi kendine şöyle düşünmüş:”İyi ki saklanabileceğim bir evim var.Rengi olmasa da,Rengi olmasa da beni yağmurdan koruyor ya.”

Sevimli salyangoz bu olaydan sonra bir daha hiç üzülmemiş.



.: KÖLE VE ASLAN :.

Vaktiyle bir köle kaçıp ormana sığınmış.Etrafta gezinirken,iniltiler içinde ızdırap çeken bir aslan görmüş.önce korkup kaçmaya yeltenmiş.Fakat aslanın yerinden hiç kıpırdamadığını,yalvaran gözlerle kendisine baktığını görüp durmuş.Aslan kanayan pençesini uzatıyormuş ona.Köle dikkatlice bakınca, aslanın pençesine büyük bir dikenin saplandığını görmüş.Dikeni çıkarıp yarayı temizleyen köle,gömleğinden kopardığı bezle de iyice sarmış.

Rahatlayan aslan ayağa kalkıp kölenin ellerini yalamaya başlamış.Sonra da önüne düşüp yaşadığı inine götürmüş.Her gün yakaladığı avları ine taşıyıp,köleye yardım ediyormuş.

Bu beraberlikleri uzun sürmemiş.Ormana gelen avcılar ikisini de yakalamışlar.Ayrı kafeslere kapatıp günlerce aç bırakmışlar onları.

Kralın da hazır bulunduğu bir gün kafesin ağzı açılmış.Aslanın köleyi nasıl parçalayacağını herkes merakla bekliyormuş.Büyük bir iştahla saldıran aslan,kölenin yanına gelince onu tanımış.Önünde bir köpek sadakatiyle durup ellerini yalamaya başlamış.

Kral bu duruma çok şaşırmış.Köleyi yanına çağırıp bütün hikayeyi dilemiş ondan.Anlatılanlardan çok etkilenen kral,kölenin affedilmesini,aslanın da ormana salıverilmesini emretmiş.



.: TİLKİ İLE KEDİ :.

Tilki ile kedi sohbet ediyorlarmış.Tilki durmadan ne kadar hilekar ve kurnaz olduğunu anlatıyormuş.Söylediğine göre düşmanları onu alt edemezmiş çünkü onlardan kurtulacak bir sürü oyun ve hile bilirmiş.

Kedi biraz da utanarak;”Ben fazla oyun bilmem ki!” demiş.”Düşmanlarımın elinden kurtulmak için bir tek yol bilirim,o da kaçmaktır.”

Tilki;”Kedi kardeş!” demiş,”Ben her tehlike karşısında başımın çaresine bakabilirim ama senin durumuna üzülüyorum.Korkarım bir gün düşmanların seni çabuk alt edecek.”

Az sonra bir sürü tazının bağrışmalarını duymuşlar.Bir avcı topluluğuna ait olan bu köpekler,bütün hızlarıyla kendilerine doğru koşuyormuş.Kedi hemen,yanındaki bir ağacın dallarına sıçrayarak en üstteki bir yaprak kümesinin içine saklanmış.

Tilki ise;”Acaba şu hileyi mi yapsam,yoksa bu hileyi mi?” diye düşünmeye başlamış.Çünkü o kadar çok hile biliyormuş ki,hangisini uygulamasının daha doğru olacağına karar veremiyormuş.Tam birisini uygulayacakmış ki,tazılar etrafını çevirip tilkinin işini bitirivermişler.

Bütün olanları yukarıdan seyreden kedi,çok hile bilmediğine şükretmiş.



.: ZALİM ASLAN :.

Vaktiyle ormanın birinde,canavar mı canavar bir aslan varmış.Çok kan döker,canını yakmadık tek bir hayvan bile bırakmazmış.O yaşadığı sürece,hiçbir hayvan rahat yüzü görmemiş.Bütün hayvanlar ondan nefret eder,ölümünü beklermiş.

Bu zalim aslan sonunda yaşlanmış.Gücü kuvveti kalmamış.Ağzındaki dişler de dökülünce herkesin maskarası olmuş.Hiçbir hayvan ona yardım etmiyor ve onunla konuşmuyormuş.Hayvanlar bir gün oturup karar almışlar;”Gelin hep beraber,bize bunca kötülük eden bu zalim aslanı iyice bir dövelim. Yaptıklarının cezasını,az da olsa gömüş olsun böylece.”

Sonunda bütün hayvanlar aslana saldırmış.iyice bir dövmüşler onu.Birisi boynuz vuruyor,diğeri çifte atıyor,bir başkası ısırıyormuş.Böylece;yaman bir öç almışlar aslandan.



.: KURT İLE KÖPEK :.

Bir köpek ormanda gezerken kurtla karşılaşmış.Hasta ve çok zayıflamış olan kurt,ayakta zor durabiliyormuş.Köpek kurdun bu haline çok üzülmüş.”Ne kadar kötü görünüyorsun böyle kurt kardeş?”demiş.”Herkes bizi düşman bilse de,biz uzaktan akrabayız.Doğrusu sana yardım etmek isterim.”

“Hiç sorma.” demiş kurt.”Ağır bir hastalığa yakalandığım için uzun süre avlanamadım.Şimdi iyileştim ama bir av yakalayacak kadar gücüm kalmadı artık.Ben de böyle aç susuz dolaşıyorum artık.”

“Sen hiç üzülme.”demiş köpek.”Ben sana yardım edeceğim.Bu akşam sahibimin düğünü var. Akşam olunca köyün dışındaki çalılıklara gel.Ben sana düğün yemeklerinin artıklarını taşırım.”

Birkaç gün boyunca köpek tarafından beslenen kurt,sonunda kendini toparlayıp eski kuvvetine kavuşmuş.Teşekkür edip vedalaştıktan sonra da ormana gitmiş.

Aradan yıllar geçmiş.Köpek iyice yaşlanınca sahibi onu dışarı atmış.Ormanda aylak aylak gezen köpek,eski dostu kurtla karşılaşmış.”Hayrola?” demiş kurt.”Çok perişan görünüyorsun.”

Köpek içini çekip;”Yaşlandım artık!” demiş.”Sahibimin işine yaramadığım için beni kovdu.”

Kurt;”biz eski dost değil miyiz?” demiş.”Şimdi yardım etme sırası bende.Hatırlasana,benim hayatımı nasıl kurtarmıştın?Hemen bir plan yapmalıyız.Tamam buldum!Senin sahibinin küçük bir çocuğu vardı değil mi?Şimdi ben gidip onu kaçıracağım,sen de geri götüreceksin.Böylece sahibin seni el üstünde tutacak.”

Bu sözleri söyleyen kurt,kaşla göz arasında gidip,çocuğu ormana getirmiş.Köydeki herkes silahlanıp ormana koşmuş ancak daha ormana girmeden,yaşlı ve işe yaramaz diye evden kovdukları köpeğin çocuğu geri getirdiğini görmüşler.

Bu olaydan sonra yaşlı köpeğin itibarı öyle artmış ki,insanlar onun kahramanlığını yüzlerce yıl çocuklarına anlatmışlar.

Kurtla köpek arasındaki bu danışıklı dövüşü hiç kimse anlayamamış.



.: TAVŞAN İLE KAPLUMBAĞA :.

Tavşan ikide bir böbürleniyor:

-Kimse benden hızlı koşamaz,diyormuş.Sonunda kaplumbağa dayanamamış:

-İstersen yarışalım,demiş.

Koşuya başlamışlar.Tavşan epeyce yol aldıktan sonra,”Hıh,o sırtı kabuklu hayvancık sürüne sürüne kim bilir ne zaman sonra bana yetişir?”diye düşünmüş.

-Şu ağacın altına biraz uzanıp dinleneyim,demiş.Uyuyakalmış.

Kaplumbağa ağır yürüyüşü ile yürümüş yürümüş,hiç dinlenmeden yol almış.

Tavşan bir ara gözünü açmış.Bir de ne görse beğenirsiniz,kaplumbağa neredeyse yarışı bitirmek üzereymiş.Hemen fırlamış,rüzgar gibi koşmaya başlamış.Ama ne çare,kaplumbağaya yetişememiş.

Böylece tavşan yarışı kaybetmiş.Aldırış etmemenin cezasını çekmiş.Kaplumbağa ise düzgün adımlarla,durmadan yürüdüğü için yarışı kazanmış.



.: ŞAHİN İLE HOROZ :.

Şahin, tatlı bir daire çizerek süzüldü, yüzyıllık çınar ağacının dalına kondu. Gerçi kendisini hafif hafif esen rüzgarın kollarına bırakmıştı ama; yine de yorulmuştu inerken. Bir süre konduğu dalda soluklandı, üzerindeki tozları silkeledi ve “Biraz kestireyim.” diyerek iyice yayıldı.

Tam bu sırada bir ses duydu. Horozun biri bağırtıyla kaçıyordu. Çınarın altına geldiğinde soluk soluğa kalmıştı. Dönüp arkasına baktı, kimsenin gelmediğini görünce rahatladı.

Horozun kaçışını izlemiş olan şahin:

- Hah hah hah hah, diye gülmüştü.

Horoz, “O da kim?” diye çevresine bakınırken, şahin yukarıdan seslendi:

- Benim, dostum, ben, şahin, başını yukarı kaldır.

Horoz, sesin geldiği yöne kaldırdı başını, şahini gördü.

Şahin hâlâ gülüyordu:

- Ne oldu, kimden kaçıyordun öyle?

- Tabii gülersin, dedi horoz, sana göre bir şey yok.

- Kim kovalıyordu seni?

Horoz:

- Sahibim, dedi, kim olacak, ilerideki çiftlikte yaşıyorum.

- Size şaşıyorum, dedi şahin, sahipleriniz, henüz yumurtadan yeni çıkmış bir yavruyken özenle besleyip büyütüyorlar, sizler için güzel evcikler yapıyorlar, kümeslerde bir eliniz darıda bir eliniz arpada yaşayıp gidiyorsunuz, yine de size yaranamıyorlar… Yahu, kendisine bu kadar yararı dokunan insanlardan kaçılır mı?

Horoz, şahinin küçümseyici sözlerini dinledikten sonra:

- Sen, dedi, bir şahini tavada kızarırken veya şişe geçmiş közde pişerken gördün mü hiç?

- Yook, dedi şahin laubali bir tutumla, ne olacak?

- Ben, dedi horoz; çok horozlar, tavuklar gördüm sahibim pişirirken, ona nasıl güvenebilirim?

Beydeba, Kelile ve Dimne



.: ARSLANLA FARE :.

Herkese saygı göstermeli elden geldikçe.

Umulmadık kimselerden fayda görür insan.

İşte bu, gerçeği anlatan bir hikaye,

Daha nice bin hikaye arasından.

Pençesi dibinde bir arslanın,

Dalgınlıkla bir fare çıkıverdi.

Bu fırsatı kullanmadı sultanı ormanın,

Fareye dokunmayıp bir büyüklük gösterdi.

Bu iyiliği boşa gitti sanmayın;

Kimin aklına gelir ki bir an,

Fareye işi düşer arslanın?

Ama o da bir gün dışarı çıktı ormandan;

Gitti tutuldu bir ağa.

Ne çırpınma, ne kükreme … Kâr etmez tuzağa.

Bay fare koştu; dişiyle arslanın ağını,

Öyle bir kemirdi ki ağ söküldü nihayet.

Sabırla zamanın yaptığını;

Ne kuvvet yapabilir, ne şiddet.

“İyilik eden iyilik bulur.”

“Hizmet et benim için, hizmet edeyim senin için.”

“İyilik iki baştan olur.”

Jean de La Fontaine

( Çev.: O. Veli Kanık )

ALPER TUNGA DESTANI

Yaradılış Destanından sonra bilinen ilk büyük ve millî Türk Destanı Alp Er Tunga Destanıdır. Fakat bu destanın, hattâ özeti hakkında dahî kesin bilgiler edinilmiş değildir; çok eski çağlarda ve Türk Boylan arasında böyle bir destanın söylenmiş olduğu, bilinmeyen sebeplerden, belki de bu destanlardan sonra çekirdeklenmeye başlayan ve daha etkili bir şekilde Türk Boylarını coşturan destanlar, özellikle Oğuz Kağan Destanının etkisiyle unutulmağa başlamış olabileceği varsayımını kabul etmek zorundayız,

Alp Er Tunga Destanı hakkındaki bilgilerin en önemli kaynağı Divan-ı Lugat-it Türk'tür. Milâttan sonra on birinci yüzyılda Kâşgarlı Mahmut tarafından yazılan bu eserde, Destanın, büyük bir ihtimâlle son kısımlarına ait bir ağıt (sagu) yazılı olarak verilmektedir.
Bu Türk Beğlerinde atı belgülük
Tunga Alp Er idi katı belgülük
Bedük bilgi birle öküş erdemi
Biliglig ukuşlug budun ködremi
Tacikler ayur ânı Afrasyab
Bu Afrasyap tutdı iller talab
Bugünkü Türkçemizle: "Alp Er Tunga, Türk Beyleri içinde adı ve kutsallığı bilinen ve tanınan bir yiğit idi; geniş bilgisinin yanında sayılamayacak kadar çok erdemi vardı: bilgiliydi, anlayışlıydı, meziyetleri çoktu. İranlılar ona, Afrasyab adını vermişlerdi. Afrasyab dünyaya hükmetti" anlamına gelen bu ağıttan, Alp Er Tunga'nın, İranlılar arasında da çok iyi bilindiği anlaşılmaktadır. Nitekim, İran Destanı olan Şehnâme'nin yazan Firdevsî de, destanının büyük bir kısmında Afrasyab'ın kahramanlıklarından söz etmek zorunda kalmıştır. Başka bir milletin kahramanından, kendi destanlarında söz edilebilmesi için o kahramanların gerçekten çok büyük değer taşımaları gerekmektedir. Alp Er Tunga'da bu değerler fazlasıyla vardır. Şehnâme'ye göre, önce Turan ülkesinin şehzadesi sonra da hakanı olarak adı geçen Alp Er Tunga Îran-Turan savaşlarının çok ünlü Turan kahramanıdır. Babasının öğüdünü tutmuş ve o zaman güçlü bir ülke olan İran'a savaş açmıştır. Selvi gibi uzun boylu, kollan ve göğsü aslana eş güçte ve fil kadar güçlü bir yiğitti, İranlıları yendi. İran hükümdarını esir aldı.

İran ülkesinde bir çok padişahlıklar bulunuyordu. Bunlardan biri de Kabil Padişahlığı idi ve başında da Zal adlı biri vardı. Kabil Padişahı Zal, Alp Er Tunga'nın elinde esir olan İran Hükümdarını kurtarmak için Turan ülkesine yürüdü. Alp Er Tunga'yı yendi ama hükümdarını kurtaramadı. Zaman geçti. İran ülkesine hükümdar olan Zev de öldü. Bunu fırsat bilen Alp Er Tunga iran'a bir daha savaş açtı . O zamana kadar Zal da yaşlanmışta. Kendi yerine, Alp Er Tunga'ya karşı oğlu Rüstem'i yolladı. 'Halen Anadolu'da Zaloğlu Rüstem adıyla meşhur olan halk kitaplarında Zaloğlu Rüstem ile Arap Üzengi cengi diye hikâyeleri anlatılan bu ünlü İran kahramanı ile Alp Er Tunga arasında sayısız savaşlar oldu. Savaşların çoğunu Rüstem kazandı bir kısmını Alp Er Tunga kazandı. (Şehnâme İran destanı olduğu için bunu olağan saymak gerekir.)

Bu savaşlar sürüp giderken, İran'ın, hükümdarı bulunan Keykâvus, oğlu Siyavuş'u ve Zaloğlu Rüstem'i gücendirmişti. Gücenmenin sonucu olarak şehzade Siyavüş kaçıp Alp Er Tunga'ya sığındı. Orada uzun zaman kaldı, hattâ Türk yiğitlerinden birinin kızıyla evlendi, Keyhüsrev adında da bir oğlu oldu.

Keyhüsrev büyüyünce, iranlılar onu kaçırıp hükümdar yaptılar. Keyhüsrev Zaloğlu Rüstem'i hoş tutup, gönlünü aldı ve Alp Er Tunga'nın üzerine gönderdi. Yine bir çok savaşlar oldu. Çoğunda Alp Er Tunga yenildi. Ve en sonunda Alp Er Tunga iyice yoruldu, ordusu dağıldı, askeri kalmadı. Tek başına dağlara çekildi. Orada, bir mağarada tek başına yaşadı. Fakat günün birinde izini keşfedip yerini buldular. Alp Er Tunga suya atlayıp kurtulmak istedi; fakat daha önce davranan Iran askerleri yetişip saldırdılar. Yiğitçe doğuştu ama ihtiyardı, yorgundu, tek başınaydı. Öldürdüler.

Daha önce de belirttiğimiz gibi, çok şuurlu bir Iran milliyetçisi olan Firdevsî'nin Zal Oğlu Rüstem'i ve diğer İran asker ve hükümdarlarını üstün görmesi, savaşların çoğunda Alp Er Tunga'yı yenik durumlara düşürmesi olağan karşılanmalıdır. Alp Er Tunga'mn çok büyük bir yiğit, üstün değerlere sahip bir Hakan olduğunu anlamak için bir Iran Destanında ne kadar değerli bir yer kapladığı düşünülmelidir. Firdevsî, kendi milletinin kahramanlarını değerlendirebilmek için ancak bir Türk Hakanını ölçü olarak aldıysa bu bile, Alp Er Tunga'mn nasıl bir destan yiğidi olduğunu gösterir. Gerçi Iran ve Turan savaşlarının önde gelen bir yiğidi olarak Alp Er Tunga gerçek kişiliğe de sahiptir; Firdevsî'nin Alp Er Tunga'yı seçişinde bu gerçek payı da muhakkak vardır ama aslında Alp Er Tunga, destanlara has kişiliği ile Firdevsî'yi etkisi altına almıştır.

Prof. Zeki Velidî Togan'a göre M.Ö. dördüncü yüzyıla kadar yaşamış olan ve M.Ö. yedinci yüzyılda OrtaTiyanşan çevresinin en güçlü devleti olarak gelişmiş bulunan, Hunlardan önceki büyük Türk Devleti Şu veya Saka adını taşımaktadır. Bu Türk imparatorluğu, birçok kavimler üzerinde egemenlik kurmuş olup Güney Rusya'yı da içine almak üzere Doğu Avrupaya kadar yayılmıştır. Bir kısım tarihçiler Doğu Avrupa bölümündeki sakalara İskit, Orta Asya ve Azerbaycan çevresindekilere Saka adını vermektedir. M.Ö. yedinci yüzyılda en güçlü ve en parlak devrini yaşamış olan bu Türk İmparatorluğunun Hakanı ise alp Er Tunga'dır.

Divan-ı Lugat-it Türk'te, Alp Er Tunga için söylenen ağıtlardan (Sagu) bazı parçalar kaydedilmiştir.
Bu parçalar, o günkü ve bugünkü Türkçe söyleyişle aşağıya alınmıştır:


Alp Er Tunga öldi mü?
Isız ajun kaldı mu?
Ödlek öçin aldı mu?
Emdi yürek yırtılur.
Ödlek yarağ közetti
Oğrun tuzağ uzattı
Begler begin azıttı
Kaçsa kah kurtulur?
Begler atın urgurup
Kadgu anı turgurup
Mengzi yüzi sargarup .
Korkum angar türtülür.
Uluşıp eren börleyü
Yırtıp yaka urlayu
Sıkrıp üni yırlayu
Sığtap közi örtülür.
Könglüm için ötedi .
Yitmiş yaşıg kartadı
Kiçmiş ödig irtedi
Tün kün kiçip irtelür
Alp Er Tunga öldü mü?
Kötü dünya kaldı mı?
Felek öcünü aldı mı?
Şimdi yürek yırtılır.
Feleğin silahı hazır
Gizli tuzak kurdurur
Beyler beyini vurdurur
Kaçsa nasıl kurtulur?
Beyler atlarını yorup
Kaygıdan çaresiz durup
Beti benzi sararıp
Sarı safrana döndüler.
Erler kurt gibi hıçkırdı
Yaka bağır yırtıp durdu
Acı ağıtlar çığırdı
Yaş akar gözler kurur.
Gönlüm içinden yandı.
Geçmiş zamanı andı.
Geçen günler nerdedir?

Çağdaş Kırgız Edebiyatı

Son zamanlara kadar şifahi edebiyat şeklinde devam etmiş olan Kırgız Edebiyatı şekil ve öz bakımından çok zengindir.
Rus istilalarının Kırgız sosyal hayatını sarsması sebebiyle bu dönemde yetişen şairlerin eserlerinde umutsuzluk ve karamsarlık görülür. Kolıgul ve Arstanbek gibi tanınmış halk şairleri, eski edebi gelenekleri sürdürmüşlerdir. Onların açtığı çığırda yetişen Kılıç da Kırgızistan'ın Rusya'ya bağlanmasına karşı çıkan Türkçü bir şairdir. Toktogıl Satılgan (1864-1933) da şiirleriyle büyük bir ün sağlamıştır.
Kırgızların yazılı edebiyatı 20. yüzyıl başında gelişmeye başlamıştır. 1917 Rus ihtilalinden önce, ancak birkaç edebi eser çıkmıştır. Kırgız dilinde yazılmış olan ilk eser, Kılıç Manırkanoğlu'nun Zelzele adlı eseridir. 1911'de yayınlanan bu eserde Arap Alfabesi kullanılmıştır. Esenkali Arabay'ın alfabe kitabı ise 1913'te çıkmıştır. Osmanali Sadıkoğlu'nun Kırgız Tarihi de 1913'te yayınlanmıştır. Onu 1914'te Manap Şabdan'ın tarihi takip eder.
1917'den sonra yetişen Kırgız yazarları Sadık Karaşıoğlu ve Kasım Tınıstanoğlu, milliyetçi bir kuruluş olan Alaş Orda'nın üyeleri arasındadır.
1924'te Kırgızca ilk gazete çıkar, aylık bir edebi derginin yayınına başlanır. 1927'de Kırgız Yazarlar Birliği kurulur. 1930'a kadar Alaş Orda'nın ağır ideolojisi altında yazan Kırgız yazarları daha sonra şiirlerini ayrı olarak yayınlar. 1927'de de Kırgız şairlerinin eserleri Kızıl Kol adlı bir antolojide toplanmıştır. Bu dönemin şairleri arasında Ali Tokombay, Bayalın, Mukay Elebay önemli yer tutar.
1930-1938 yılları arasında Kırgızistan'da milliyetçi yazarlarla yeni rejim taraftarı yazarlar arasında yoğun bir ideolojik savaş olur. Bu dönemin ünlü yazarları arasında Tugelbay Sıdıkbek, Mukay Elebay ve Cusup Turusbek sayılabilir.
Son dönemin tanınmış bir yazarı olarak da Cengiz Aytmatov sayılabilir.

Çağatay Türkçesi Edebiyatı

Müşterek Orta-Asya Türkçesini takib eden Kuzey-Doğu Türkçesinin meydana getirdiği edebiyat, geniş manada Çağatay Türk Edebiyatını meydana getirmektedir. Divan ü Lügati't-Türk ve Kutadgu Bilig gibi büyük eserlerin ortaya çıkışından sonra Kaşgar Türkçesi edebi kudretini göstermiş oluyordu. Hakaniye diye anılan bu Türk şivesi sadece bu eserlerle kalmamış, teşekkül eden yeni kültür merkezlerinde birçok eserler vücuda getirmiştir.
Gerçekte Kutadgu Bilig'le başlayan bu devre, ortaya çıkan kültür merkezlerine göre üçe ayrılırsa da onları Müşterek Orta Asya Türkçesi eserleri olarak zikretmek gerekir. Dil bakımından bu bölgeler Kaşgar şivesindeyseler de arada bazı ayrılıklar görülmektedir.
Müşterek Orta Asya Türkçesinin doğu kolu olan Kaşgar veya Hakaniye (Karahanlı) şivesi gerçekte Doğu Türkçesini meydana getirmiştir. Bu şiveyle yazılan eserlerin başında 12. asır mahsullerinden sayılan Edib Ahmed Yükneki'nin yazdığı Atabetü'l-Hakayık gelmektedir. Dilin gelişmesi ele alınınca, az da olsa Kutadgu Bilig'den ayrıldığı görülen bu eser, daha çok bir nasihatnamedir. Edib Ahmed Yükneki ise devrinde itibarlı bir şairdir. Eserinde, Kutadgu Bilig'e nazaran daha fazla Arapça ve Farsça kelimelere yer vermiştir.
Asıl 12. yüzyıl Kaşgar Türkçesi edebiyatının en büyük temsilcisi Yesili Ahmed'dir. Ahmed Yesevi (ölm. 1166 H. 562) ruhu okşayan çekici hikmetleriyle tanınmıştır. Timur Han bu büyük Türk tarikat şeyhi ve şairinin türbesini yaptırmıştır. Pekçok lakapla anılan Ahmed Yesevi gerçekte bir mekteb kurmuş ve bu mektep, talebeleri tarfından devam ettirilmiştir. Hakim Süleyman Ata (ölm. 1186) önde gelen talebelerinden olup, Bakırgan'da irşad faaliyetlerinde bulunmuştur. Yesevi'nin Divan-ı Hikmet adlı eseri Kültür Bakanlığı tarafından neşredilmiştir.
Miftahü'l-Adl adlı fıkıh kitabıysa bu dönemde ayrı bir önem taşımaktadır. On dördüncü yüzyıla kadar bu sahada görülen eserlerden Oğuz Kağan Destanı ve 14. yüzyılın başında Rabguzi'nin yazdığı Kısasü'l-Enbiya'nın önemini belirtmek gerekir.
Müşterek Orta Asya şivesi sadece doğuda varlığını sürdürmemiştir. Bu şivenin batı ağzı bilhassa Batı Türkistan'da yeni ve canlı bir edebiyatın doğmasına sebep olmuştur. Harezm ve Sirderya Irmağının güneyindeki yerler; Yedisu, Merv, Buhara gibi şehirler bölgenin kültür merkezi haline gelmiştir. Burada Türklüğün Kaşgar, Kıpçak ve Oğuz şiveleri karışık olarak yaşadığından yazılan eserlere de bu durum aksetmiştir. Bölgenin en önde gelen eseri Alioğlu Mahmud'un yazdığı Nehcü'l-Feradis'tir. Eser daha çok hadisler ve açıklamalarıyla siyer-i Nebi cinsindendir. Fakat İslamiyete ait geniş bilgileri ihtiva etmesi, her çeşit halk tabakası için yazıldığını göstermektedir. Harezm şivesi dalını en iyi şekilde aksettiren eserin edebi yönü ayrı bir değer taşımaktadır.
Şeyh Şerif Hoca tarafından yazılan Muinü'l-Mürid de şive itibariyle Nehcü'l-Feradis'e yakındır. Türkmenler arasında üstün tutulan eser 14. yüzyıla aittir. Hazermi'nin Muhabbetname'si de aynı asrın eserleri arasına girmektedir. Zemahşeri'nin Mukaddimetü'l-Edeb'i ise bu yüzyılda Divan ü Lügati't-Türk'ü hatırlatır mahiyettedir.
Dil bakımından yine aynı şiveye dahil olan fakat nerede yazıldığı belli olmayan eserler de mevcuttur. Bunların başında 12. yüzyılda Ali'nin yazdığı Kıssa-i Yusuf gelmektedir. Eser Kıpçak Türkçesi unsurlarını da taşımaktadır. Kutb'un Hüsrev ü Şirin'i Kıpçak Türkçesi unsurlarını ihtiva etmesi bakımından Kıssa-i Yusuf'a yakındır. Böyle olmakla birlikte Altınordu sahasında yazılan bu eser Oğuz-Kırpçak Türkçesi ürünüdür. Hüsrev ü Şirin 1341 yılında Harezm bölgesinde Kutub mahlasını kullanan bir Türk şairi tarafından Türkçeye çevrilmiştir. Eser ayrıca Nizami'nin aynı isimdeki eserinin Türk Edebiyatındaki ilk tercümesidir. Yer yer Kur'an-ı kerimden alınan surelerin bulunduğu eser, İran Edebiyatının tesiri altındadır.
Bölgenin diğer bir eseri Revnaku'l-İslam'dır. Eserde o devir Türklük hayatına bir hayli yer verilmiştir. Yalnız Şeyh Şeref'in yazdığı bu eser daha ziyade Türkmen ağzı ile yazılmış ve pek fazla rağbet görmüştür.
On dördüncü asırda Kıpçak ili dil yadigarları da edebi yönden zikre değer eserlerdir. Bunların başında Kırım veya Kefe'de yazıldığı tahmin edilen Codex Cumanicus'tur. Eser, Latin harfleriyle yazılmıştır. İki kısımdan meydana gelen eserin İtalyan bölümünü lügat, Alman bölümünü ise çeşitli dini metinler meydana getirmektedir. Eserin Kıpçak Türkçesini öğrenmiş misyoner rahipler tarafından yazıldığı tahmin edilmektedir.
Kuzeyde yazılan bu eserin yanında Kıpçak Türkçesiyle güneyde, Mısır'da bilhassa gramer ve lügatçiliği ilgilendiren bir hayli eser vücuda getirilmiştir. Fakat edebi yönden bunlardan ayrılan yegane eser 1391 yılında tamamlanan Seyf-i Serayi'nin Gülistan Tercümesi'dir.
Müşterek Orta Asya Türkçesinin bütün edebi faaliyetleri, Kuzey-Doğu Türkçesi dil yadigarları içinde yer aldığı için, geniş manasıyla Çağatay Türk Edebiyatının birinci ve ikinci devresini meydana getirirler. Dar manasıyla Çağatay Edebiyatı, Timur ve Timurlular devrinde meydana getirilen edebi mahsuller için kullanılmıştır. Timur ve şehzadelerinin sarayında Türkçe konuşulurdu. Bu devre ait ilk eser Ulu Tav (Ulu Dağ)daki 1391 tarihli Timur Hanın Uygur harfleriyle yazdırdığı 11 satırlık bir kitabedir.

Çağdaş Azeri Edebiyatı

On dokuzuncu asrın başlarından itibaren Rus istilaları neticesinde Azeri edebiyatı iki kola ayrılır. Bunlardan Kuzey Azerbaycan Edebiyatı Rus tesiri altında şekillenirken, GüneyAzerbaycan Edebiyatı da klasik çerçeve içinde sönükleşir ve bir taklit edebiyatı halini alır.
Bunun yanısıra Halk Edebiyatı bütün canlılığıyla tekamülünü sürdürmekte olup aşık tarzı şiirin yanında halk destanları, nağıllar, latifeler, tapmacalar ve bayatılar gibi sözlü edebiyat türleri ileri seviyededir.
Rus istilası karşısında, destanlar, ağıtlar oluşturmuş halk şairleri arasında Abdurrahman Ağa Dilbazof ve Genceli Hasan mühim yer tutar.
Klasik edebiyat gittikçe zayıflamakla birlikte bilhassa Güney Azerbaycan'da geleneğini sürdürmektedir. Klasik Edebiyatın türlerinden gazel ve özellikle mersiyenin Azeri Edebiyatında özel bir yeri vardır. Dahil, Dilsüz, Raci, Kumri, Mukbil, Pürgam, Şuai ve Ahi 19. asrın önemli mersiye şairleridir.
Tekkelerde gelişen tarikat edebiyatında ise Hamza Nigari, Mir Mehemmed Askeri ve Kutkaşınlı Abdullah önde gelirler.
Baba Bey Şakir ise satirik daldaki şiirleriyle tanınır.
Güney Azerbaycan'da yeni edebiyatın ilk temsilcileri arasında Abdurrahim Talıbof, Zeynelabidin Şirvani ve Mirza Ağa Tebrizi sayılabilir.
Konuları, klasik konulardan ayrılmakla birlikte bu dönemin en çok rağbet gören nazım şekli gazeldir. Andelib Karacadağı, Nebati, Heyran Hanım ve Hacı Mirza Mehdi Şükuhi devrin önemli şairleridir.
Güney Azerbaycan'da modern Azeri Edebiyatının öncüleri daha çok Rusça'yı öğrenip Batı medeniyetleriyle tamasa geçen ilim adamları olmuştur. Mirza Cafer Topçubaşı, Mirza Kazım Bey ve Abbaskuluağa Bakıhanlı Kudsi ansiklopedik yönü de ağır basan birer şair ve ilim adamıdır.
Devrin en renkli simalarından biri de Mirza Şefi Vazıh'tır. Onun yanında realizm çığırının mahallileşme yönünde en mühim temsilcisi olan Kasım Bey Zakir ile modern hikaye yazarlarından olan İsmail Bey Kutkaşınlı önemli isimlerdir.
On dokuzuncu asrın ikinci yarısında Azeri Edebiyatı, tiyatro yazarı, şair, mütefekkir ve reformist olan Ahundzade'nin şahsında en büyük temsilcisini bulur. Lirik şiirleri ve satirik manzumeleriyle Seyyid Azim Şirvani de asrın en büyük şairidir.
Azerbaycan'da Tiyatronun Doğuşu ve Gelişmesi: Azerbaycan'da tiyatronun ortaya çıkışı, Avrupai hayat tarzının tesiriyle Tiflis'te olmuştur.
1851'de vali Vorontsov tarafından tiyatro binası hizmete açılır. Başta Ahundzade'ninkiler olmak üzere komediler ilk defa Rusça olarak oynanır.
1880'den sonra profesyonel tiyatro toplulukları kurulur. Bu gelişmelerde H. Zerdabi, Necef Bey Vezirli, S.M.Ganizade, N.Nerimanof, Cihangir Zeynalof ve H.Mahmudbeyof çok büyük hizmetler görmüşlerdir.
Celil Mehmedguluzade, Abdurrahman Bey Hakverdili, Üzeyir Hacıbeyli, Abdullah Şaik de bu dönemin isimleri arasında önemli yer tutar.
İlk profesyonel tiyatro topluluklarında Hüseyngulu Serabski, Cihangir Zeynalof, Mehdibey Hacınski, H. Ereblinski, Hacıağa Abbasof ve Ebulfeth Veli şöhret kazanmış isimlerdir.
Hüseyin Cavid ve Cafer Cebbarlı devrin meşhur yazarlarındandır.
1930-1940 yıllarının önemli eser sahipleri arasında Mirza İbrahimof ve Said Ordubadi vardır.
Daha sonra dramlarıyla İlyas Efendiyef, komedileriyle Sabit Rehman, Enver Memmedhanlı ve son dönemde Şıheli Gurbanof, İslam Seferli, Ekrem Eylisli seçkin tiyatro örneği veren sanatçılardır.
Yirminci yüzyılın başında Azeriler gözlerini dünyaya çevirmiş, olan bitenler ışığında gelecek hazırlıklarını yapmaya başlamışlardır. Türkiye matbuatı ile yaptıkları alışveriş neticesinde dildeki yakınlaşma ile edebi ve siyasi münasebetler de gelişmiştir.

Çağdaş Kırım Türk Edebiyatı

On sekizinci asra kadar Osmanlı tesiri altında gelişen Kırım Türkçesi ve Edebiyatı, Kırım'ın Rusya'ya ilhakıyla gittikçe zayıflar. Bu dönemde Kırım Türkleriyle Osmanlı Türkleri arasındaki siyasi, edebi ve medeni bağlar tamamen kopar.
1783-1880 yılları arasına rastlayan kitle halindeki göçlerle aydın ve alimlerin susturulmaları sonucu bu yüzyıllık dönem içinde Kırım Türkçesinin kültürel alanda hiçbir verimi yoktur.
On dokuzuncu asrın ikinci yarısından sonra Kırım Edebiyatında bir canlanma görülür. Bu canlanma hareketinin öncüleri olan Abdurrahman Kırım Hace ve Abdurrefi Bodanski gibi yazar ve eğitimciler medreselerde dini eğitimin yanısıra diğer derslerin de okutulması için gayret göstermişler, dil öğrenme ve bilhassa lügat hazırlama çalışmalarına ağırlık vermişlerdir. Daha sonra bu tür çalışmalar İsmail Gaspıralı ve Hasan Nuri gibi derin aydınlar tarafından devam ettirilir ve bu iki kişinin öncülüğüyle Rusya'da ilk Türkçe gazete olarak Tercüman gazetesi çıkmaya başlar (1883). İsmail Gaspıralı dil konusunu bütün sosyal sahalardaki gelişmenin temeli olarak görür. Onun öncülüğünü yaptığı ve özellikle tercüme faaliyetlerinin hızlandığı bu dönem edebiyatı “Tercüman Edebiyatı” (1883-1916) adıyla anılır.
1905 meşrutiyet inkılabından sonra Kırım Türkleri de milli edebiyat yolunda çalışmalara hız verirler. Abdurreşid Mediyev, Osman Akçokraklı, Bekir Emekdar, Hasan Çergeyev, Ali Bodanin**** Hasan Sabri Ayvazov, İsmail Lemanov, Hüseyin Şamil Toktargazi, Osman Zaatov Habibullah Kerim, Hüseyin Baliç, Gaffar Şerfeddin, Mehmed Nüzhet, Seyyid Mahmud Rifatov, Seyyid Abdullah Özenbaşlı gibi pekçok aydın bu dönemde yetişmiştir.
Tercüman'ın ölçülü tutumunu beğenmeyenReşid Mediyev ve arkadaşları Vatan Hakimi adıyla bir gazete çıkarırlarsa da uzun ömürlü olmaz.
Alem-i Nisvan adlı kadın gazetesi çocuklar için çıkan Alem-i Sübyan da bu döneme rastlar. Bütün gazetelerde hedef, halkı uyandırmak ve cahillikten kurtarmaktır.
1905 inkılabının başından itibaren Kırım'da canlanan edebi gelişmelerde üç edebi dil akımı görülür. Rusça, Osmanlı Türkçesi ve Batı Türkçesi, 1915'ten sonra Batı Türkçesinin yerini Kuzey Türkçesi alır. 1905-1917 arasında gelişen edebiyat Yeni Devir Edebiyatı adını alır.
1917 Devrimi Kırım Türklerinin siyasi ve sosyal hayatlarında yeni bir dönemin başlangıcı olur. Sovyet hakimiyetinin ilk yıllarında Kırım'da bir imha siyaseti uygulanır. 1921'den sonra Kırım'ı Tatarlaştırma dönemi başlamıştır. Kırım Türk aydınları sistemin izin verdiği ölçüde yeni Kırım Sovyet Edebiyatını meydana getirmeye çalışırlar. Bu dönemin edipleri arasında, bir kısmı inkılaptan önce de eser vermiş olan Hasan Çergeyev, Mehmed Nüzhet, Abdullah Latifzade, Ömer İpçi, Bekir Çobanzade, Yakub Şakirali ile Abdurrahman Altanlı, Ziyaddin Cavtöbeli, Cafer Gaffar, İlyas Tarhan, Irgat Kadir, Mahmud Nedim, Eşref Şemizade gibi gençler bulunur.
1938'de Stalin döneminde bir kanunla bütün Slav olmayan dillerde olduğu gibi, Kırım Türkçesinde de Kiril alfabesi kullanılmaya başlar.
Stalin devrinde Nazi işgal kuvvetleriyle işbirliği yapmakla suçlanan Kırım Türkleri, 1944 katliamından sonra Türkistan içlerine sürülür. Sosyal hayatla ilgili birçok faaliyetleri yasaklandığı gibi tarih ve kültür mirasları yok sayılmıştır. On yıldan fazla süren bu suskunluk dönemi 1953'te Stalin'in ölümüyle sona erer. Bundan sona Kırım, kaybettiği haklarını geri alma yolunda mücadeleye başlar.
Kırım'da ve Kırım dışında yetişen aydınlar Kırım Türk konuşma ve edebi dilinin gelişmesi için 1950'li yıllarda çalışmalara başlar. Bu canlanmada basının çok önemli rolü olmuştur. 1957'de çıkan Lenin Bayrağı Gazetesi Kırım Türkçesiyle neşredilir. Bu gazete, etrafına toplanan ve hitap ettiği kitlenin genişliğiyle Tercüman Gazetesini hatırlatmaktadır.
Kırım Tatar Edebiyatı Şurası, Taşkent Pedagoji Enstitüsü, Kırım Tatar Dili ve Edebiyatı Bölümü gibi müesseseler yeni kadroların hazırlanmasına yardımcı olur.
70'li yıllarda Özbek, Kazak, Rus okullarında okuyan çocuklar artık anadillerini de öğrenmeye başlarlar. Çeşitli gramer kitapları ve sözlükler neşredilir. Gafur Gülam neşriyatının da Kırım edebiyatının yeniden canlanmasında büyük rolü olmuştur. Bu dönemde Cafer Bulganaklı, Kerim Camanaklı, Ziyaddin Cavtöbeli, Çerkez Ali, Şakir Selimov, Yunus Temirkaya, Bekir Çobanzade, Abdullah Latifzade, Şamil Aladdin, Cevdet Ametov; Abdullah Dermenci, Rıza Halid, OsmanAyder, Eşref Şemizade gibi ediplerin birçok eseri neşredilmiştir.
Zamanın yazar ve şairleri, Kiril alfabesinin Kırım Türkçesindeki bütün seslerini karşılayamaması, anadillerinde eğitim görmeyip milli terbiye ile yetiştirilmeyen gençlerin edebi dili iyi bilmemeleri gibi zorluklarla karşılaşmalarına rağmen, edebiyatın bütün türlerinde eserler vermeye gayret göstermektedirler. Günümüzde ise Kril Alfabesini terk edip Latin Alfabesine geçme çalışmaları yapılmaktadır.

Çağdaş Kıbrıs Türk Edebiyatı

(1878-1923) dönemi: Üç asırlık hür Osmanlı idaresinin ardından adanın geçici olarak İngilizlere verildiği bu dönemde ada Türkleri tam bir esaret dönemine girmiştir. Ancak bu baskı dönemi Türk Edebiyatının gelişmesini durduramamış, sadece yavaşlatmıştır.
Kıbrıs'ta ilk özel Türkçe gazete olan Saded 1889'da yayınlanmaya başlar. Onu 1891'de Zaman, 1892'de Yeni Zaman takip eder.
İlk mizah gazetesi olan Kokonoz 1896, ilk roman örneği olan Bir Gece Sohbeti ve Muzaffer Galib'in Bir Bakış adlı eseri 1892, Kaytazzade Nazım'ın Yadigar-ı Muhabbet adlı romanı ise 1893 senesine aittir.
Bu esnada şiir yazımı da gazete yayınlarıyla birlikte yürümektedir. Gazete yazarı olan Muzaffereddin Galib ve romancı Kaytazzade Nazım aynı zamanda şiirleriyle de tanınır.
Kıbrıs Türk şiiri, Larnakalı Mehmed Nazım Beyin öncülüğü ile serbest nazma geçer.
Bu isimler yanında şiirde M.Sabri, Muallim Cevdet, gazete ve düzyazıda Sadık Efendi, Bodamyalızade Mehmed Münir Bey, İsmail Fethi, Mehmed Derviş, Ahmed Raşid, Ahmed Raik (Çağlayan), Mehmed Remzi Okan ve Hafız Cemal sayılabilir.
Bütün yayın hayatının esas konuları ise, “saltanatı yerme”, “Anavatana ve Mustafa Kemal'e bağlılık” ile “İngiliz, Rum baskılarına karşı direnme” şeklinde özetlenebilir.
Bir yandan da Halk Edebiyatı zengin geleneğini sürdürmektedir.
(1923-1955) dönemi: İngiliz sömürge idaresinin bu ilk dönemi Kıbrıs Türkleri için bir suskunluk dönemidir. İngilizlerin Türkler üzerindeki baskıları ve koydukları kısıtlamalar günlük hayatın her safhasına yayılır.
1943'ten sonra bazı milli günlerin kutlanması benimsenir; geçmişe özlem duyan başlıklarla yazılar, bazı antolojik eserler ve edebi dergiler yayınlanmaya başlanır. Bu dönemin şairleri arasında, Nazif SüleymanEbeoğlu, Urkiye Mine Balman, Engin Gönül, Pembe Marmara, Necla Salih Suphi, Rauf Denktaş, Ahmed Esad; ardından da İbrahim Zeki Burdurlu, Mustafa İzzet Adiloğlu, Özker Yaşın, Ahmed Gazioğlu, Özdemir Sennaroğlu, Cem Sual, Cevdet Çağdaş, Taner F. Baybars, Oğuz Kusetoğlu, Salahi Sonyel sayılabilir.
Hikmet Taşkent ve N.Sami Banarlı, dönemin iki büyük destekçisidir. Bu dönem şiirinde, vezin olarak hece, konu olarak da milliyetçilik ağır basmıştır.
Nesir sahasında da makale, roman, hikaye, tiyatro, opera, sohbet gibi değişik türlerde, milliyetçilikten, ahlak ve politikadan cihanşümulluğa kadar çeşitli konular ele alınır. En güçlü isimler arasında Av. Fadıl Korkut, Hikmet Afif Mapolar, Rauf Denktaş, Nazım Ali İleri, Talat Yurdakul, Semih Sait Umar, İsmail Karagözlü, Erol Erduran, Argun F.Korkut, Samet Mart, Kemal Müderrisoğlu sayılabilir.
Nisan 1955'te başlayan yıldırma hareketlerinin tesiriyle yeni yetişen kalemler, farklı bir dönemin temellerini atarlar.
Rumların adayı Yunanistan'la birleştirme idealine dayanan tedhiş hareketlerinde hedef önceleri İngilizlerken sonra Türkler de hedef alınır.
Özker Yaşın, Oktay Öksüzoğlu, Ülkü İrfan Yıldız, Mehmed Levent, Orbay Deliceırmak, Süleyman Uluçamgil ve Türkiye'den gelen Arif Nihat Asya ile Osman Türkay gibi şairlerin yanında Kutlu Adalı, İsmet Kotak, Fuad Veziroğlu, Oğuz Kusetoğlu, Ahmed Tolgay ve Üner Ulutuğ da düzyazı, gazete yazarlığı ve tiyatronun önde gelen isimleridir.
1964'ten 1974'e kadar gençlerin grup halinde Türkiye'ye yüksek öğrenime gitmeleri edebi çalışmaları genişletir. Yazı türlerinde çeşitlilik görülür. Milli konuların ağır bastığı dönemde Özker Yaşın, Oktay Öksüzoğlu, İlkay Adalı, Mehmed Levent, Sevgül Osman, Kamil Özay ve Fikret Demirağ önemli isimlerdir.
Dönemin bir başka zengin dalı tiyatrodur. Kutlu Adalı, Üner Ulutuğ, Bekir Kara ve Ahmed Tolgay bu dalda; Fuad Veziroğlu, Eşref Çetinel, İsmet Kotak ve Numan Ali Levent hikaye dalında isim yapmıştır.
İnceleme ve araştırma niteliği taşıyan eserler de bu dönemde ortaya çıkmaya başlar. Hasan Şefik Altay, Mahmud İslamoğlu, Oğuz Yorgancıoğlu, Kıbrıs'ta Türk folklor ve kültürüyle ilgili çalışmalar yaparlar.
1974'teki Türk Barış Harekatından sonra şiir dalı gücünü ve sayıca çokluğunu koruyacaktır. Fikret Demirağ, Mehmed Levent, Mehmed Yaşın, Neşe Yaşın, Hakkı Yücel, Kamil Özay, Feriha Altıok, Neriman Cahid, Filiz Naldöven, Nice Denizoğlu, Barış Burcu ve Bülent Fevzioğlu şiir; Timur Öztürk, Mustafa Gökçeoğlu, Ali Nesim hikaye; Ahmed Gazioğlu ve Sabahattin İsmail roman; Özden Selenge piyes; Nevzat Yalçın anı dalında önde gelen isimlerdir.
Bu yıllardan sonra özellikle araştırma-inceleme niteliği taşıyan eserlerin sayısında artış görülür.

Azeri Türkçesi Edebiyatı

Oğuzca adıyla anılan Batı Türkçesi zamanla iki ana devreye ayrılmıştır. Bu ayrılma Batıda Osmanlı Türk Edebiyatını meydana getirirken, Doğuda da Azeri Türk Edebiyatı teşekkül etmiştir. Aslında gerek Doğu, gerekse Batı Oğuzcası 13, 14 ve 15. yüzyıllarda pek farklılık göstermez. Selçuklulardan sonra ortaya konulan edebiyatta her iki Oğuz ağzının temelini teşkil eden dil unsurları mevcuttur. Onun içindir ki, EskiAnadolu Türkçesi diye adlandırdığımız Batı Türkçesinin ilk zamanlarında ayrılık görülmez ve bu devir Türkçesi her iki ağzı birleştiren bir hususiyete sahiptir. Fakat zamanla Oğuz Türkçesi içinde ortaya çıkan iki daire belirli dil unsurlarını kendilerinde umumileştirerek ayrılma yoluna gitmiştir. Bu ayrılma ilk zamanlar pek ileri değildir. Hatta tarih içinde güçlü ve devamlı bir edebiyat olan Osmanlı Edebiyatı, sadece Azeri sahasında değil diğer Türk illerinde de kendisini hissettirmiştir. Bu irtibat sadece kültür sahasında olmamış,Osmanlı, yeri geldikçe son zamanlarda bile elinden gelen yardımı bu Türk ülkelerine esirgememiş, Türkçenin ve Türk Edebiyatının gelişmesinde mühim rol oynamıştır. Hatta Halili gibi meşhur şairler Osmanlı sarayı tarafından da himaye edilmiştir. Azerbaycan'ın siyasi ve kültür tarihinde Osmanlının bu bakımdan mühim bir yeri vardır. Bütün Türk dünyasında olduğu gibi Azerbaycan ile olan münasebet bugünkü kardeş Türk Dil ve Edebiyatının temelini teşkil etmiştir. Bu noktadan hareket eden Gaspıralıİsmail ve diğer Türk kültür birlikçileri Türk dünyasını tek bir yazı dilinde birleştirmek fikrinde kısa zamanda başarıya ulaşmışlar ve Osmanlı Türkçesinin tek bir yazı dili olmasını istemişlerdir. Bu ise Osmanlı Türklüğünün diğer Türk illerini görüp gözetmelerinin ve onlara duydukları yakınlığın neticesinden başka bir şey değildir. Sırf bu irtibatı koparmamak için bazı Osmanlı şairleri Doğu Türkçesi (Çağatay Türkçesi)nde gazeller bile yazmışlardır.
Zamanla ayrılmaya başlayan Azeri Türkçesi dil coğrafyası itibariyle Doğu Anadolu, Güney Kafkasya ve Kafkas Azerbaycanı, İran Azerbaycanı, Kerkük ve Irak-Suriye Türklerini içine almaktadır. Azeri Edebiyatı daha çok şiir dili olarak kuvvetliliğini kurmuştur. Bu bakımdan Azeri sahasında Türk Edebiyatının çok kuvvetli şairleri yetişmiştir.
Azeri sahası Türk Edebiyatı, 14. yüzyıldan başlayarak günümüze kadar pekçok şair, nasir ve sanatkar yetiştirmiştir.
On dördüncü asırda Azeri Türkçesi Edebiyatı:
Bu yüzyılın Azeri sahasında yetişen önde gelen şairi Nesimi (ölm. 1404)dir. Şiirlerinde heyecan ve lirizm hakimdir.
Bu asrın kudretli şairlerinden birisi de Kadı Burhaneddin (1344-1399)dir. Kadı Burhaneddin, Oğuzların Salur kabilesindendir. Kayseri'de tahsile başlamış, sonra Mısır'a gitmiş, bilhassa fıkıh sahasında derinleşmiştir. Şam'da Kutbeddin Razi'den akli ve nakli ilimler okumuş sonra Ertena oğlu tarafından Kayseri'ye kadı olarak tayin edilmiştir. Ertena Beyliğinin dağılması üzerine 1381 yılında Sivas'ta sultanlığını ilan etmiştir. Etrafındaki beyliklerle mücadelelerde bulunmuş, nihayet 1399 yılında Akkoyunlu hükümetini kuran Karayülük Osman Beyle yaptığı savaşta yenilmiş ve idam edilmiştir.
Divan'ı vardır. Divan'ında kaside, gazel ve tuyuglar bulunmaktadır. Şiirlerine tasavvufun inceliklerini yerleştirmiştir. Ancak bazı gazellerinde muhteris bir şahsın maceracı ruhu aksetmektedir. Fıkıh sahasında Arapça olarak yazdığı eserleri vardır.
Bu asrın Azeri Türkçesi Edebiyatı içinde ayrıca kayda değer şair ve nasirleri içinde Erzurumlu Mustafa Darir gelmektedir. Eserlerini çeşitli yerlerde yazan ve Mısır'da Türkçecilik Cereyanına katılan Kadı Darir, daha çok Osmanlı Türkçesiyle yazmıştır. Ondaki Azerilik, Osmanlı Türkçesinin tabii seyri içindedir. Yusuf ile Zeliha adlı mesnevisinin yanında üç ciltlik Siretü'n-Nebi adlı eseri vardır. Bu bakımdan Türk Edebiyatı içinde ilk siyer yazarıdır. Siyerinde yer alan şiirleri bir hayli liriktir. Muhammed sallallahü aleyhi ve sellemi anlatırken yazdığı şiirlerden bazısı Türkçede mevlid türünde öncülük etmektedir. Şiirlerinde Gözsüz ve Darir mahlasını kullanmıştır. Yüz Hadis Tercümesi ve Fütuhu'ş-Şam Tercümesi adlı eserleriyle bilinen eserlerinin sayısı dörde çıkmaktadır. Yalnız Yusuf ile Zeliha'sı değil, nazmının kudretini diğer eserlerinde de göstermiş ve vak'aları yer yer şiirle de ifade etmiştir. Samimi ve açık bir anlatıcılığı olan Kadı Darir'in hikaye etme kabiliyeti çok yüksektir. O bu bakımdan Türk Halk Edebiyatı içinde müstesna bir mevkie sahiptir.
On beşinci yüzyılda Azeri sahası Türk Edebiyatı, en kudretli şairlerinden biri olan Habibi'yi yetiştirmiştir. Çobanlık yaparken bir tesadüf eseri Akkoyunlu Hükümdarı Sultan Yakub'la karşılaştığı zaman o, henüz çocuktur. Çoban çocuk ile ona sorular soran padişahın adamı arasında geçen hadiseyi öğrenen sultan, çocuğun zeka ve cesaretine imrenerek himayesine almıştır. Habibi bu sayede ilim ve edebiyat sahasında kendisini yetiştirmiş ve asrının büyük şairi olmuştur. Sultan Yakub'dan sonra Safevi hükümdarı olan ve Şiiliği ihdas eden Şah İsmail zamanında ona Melikü'ş-Şuara ünvanı verilmişse de bu kudretli şair Safevi sarayını terk ederek Sultan İkinci Bayezid-i Veli devrinde İstanbul'a gelmiş ve burada vefat etmiştir. Evliya Çelebi, Habibi'nin Sütlüce'deki Caferabad Tekkesi civarına gömüldüğünü kaydetmiştir. Onun İstanbul'a gelişinde akidesine bir halel gelmemesi düşünülebilir. Çünkü bazı kayıtlarda Şah İsmail'den bahisle“...oğlu habis İsmail, tarikat-ı batılayı ihdas ederek...”şeklinde yer verilmiştir. Gerçekte onun dedeleri Erdebilli olup, sünni idiler. Azeri cemiyetinin hayat şartlarının doğurduğu sebepler yüzünden Osmanlı sahasına Habibi'nin dışında; Hamidi, Şahidi, Süruri, Basiri, Kabili, Bidari ve Halili gibi şairler de geçmişlerdir.
Habibi şiirdeki kuvvet ve kudret yönünden Fuzuli ile Nesimi arasında bir köprü gibidir. Gazellerinde aşıkane ve safiyane bir eda vardır. Türkçesi açıktır. Dini kültürünün geniş olduğunu şiirlerinden öğreniyoruz. Fuzuli onun şiirlerine nazireler söylemiştir. Bu bakımdan o Fuzuli'nin yetişmesinde de vazife yüklenmiştir.
Azeri sahasında yaşayan ve Türk Edebiyatının en büyük şairlerinden olan Fuzuli de 16. asrın şairlerindendir. Bağdat'ta yaşayan şair Safevi idaresi altındaki bu yerde Safevi hükümdarlarından iltifat görmemiştir. Ancak Osmanlı hakimiyeti zamanında itibara kavuşmuş ve pekçok eser yazmıştır.
On yedinci yüzyıl geçmişe nispetle Azeri Türkçesi Edebiyatının sönük bir devresini teşkil eder. Sarayda Farsçanın hakimiyeti, şairlerin hemen hepsini Farsça söylemeye yöneltmiştir. Bu asırda kayda değer şairlerin başında Tebrizli Saib(1591-1671) gelmektedir. İran Edebiyatına Hind üslubunu getiren Saib daha çok hikemi şiir tarafındadır. Bu yönüyle Nabi'ye tesiri görülür. Divan'ından başka Kandeharname ve Mahmud-Ayaz adlı mesnevileri de vardır. Divan'ında Türkçe-Farsça mülemmalar da mevcuttur. Farsça şiirlerinin bir kısmı zamanındaki şairlere nazire olarak yazılmıştır. Beyaz adını verdiği müntehabat mecmuası onun zevkinin bir başka yönüdür. Bütün manzumeleri beyit olarak sayıldığında 120 bin beyti bulmaktadır. Bu itibarla asrının önde gelen şairidir.
Bu asrın kayda değer şairlerinden birisi de Tarzi'dir. Avşar Türklerinden olan bu şair Şah Safi tarafından taltif edilmiştir. Türkçe kelimeleri Fars dili gramerine uydurarak söylemesi onun diğer bir tarafıdır. Ancak tabii Türkçe ile yazdığı şiirleri uzun zaman varlıklarını devam ettirmişlerdir. Yine bu yüzyılda “Te'sir” mahlasını kullanan Türk ailesine mensup diğer bir şair Mirza Muhsin'dir. Asrın sonlarına doğru şöhret kazanmıştır. Fakat ekseri şiirleriniFarsça yazmıştır. Türkçe gazelleri azdır.
Mesihi bu asırda Azeri Türkçesi Edebiyatının mesnevi vadisindeki temsilcisi durumundadır. Varaka ve Gülşah, Zemburu Asel ile Damu Dane adlı mesnevilerini zikretmek yerinde olur.
Asrın hükümdar şairi Şah İkinci Abbas'tır. Saltanatı sırasında alim ve şairleri himaye eden Şah İkinci Abbas, daha çok bu yönüyle hizmette bulunmuştur. Sani mahlasıyla Türkçe ve Farsça şiirler söylemiştir. Şah İkinci Abbas'ın vak'anüvis tarihçisi olan, Şah İkinci Safi'nin de vezirliğini yapan Mirza Tarih Vahid Tebrizi de bu yüzyılın şairidir. Divan'ı Türkçe ve Farsça şiirleri ihtiva etmektedir.
Melik Bey Avcı ile Müştak ve Mevci bu asırda zikre değer diğer şairlerdir. Bunlar Kavsi-i Tebrizi ve Saib de dahil Nevai ve Fuzuli gibi üstad şairlerin mektebine dahildirler.
Sadıki bu asrın Azeri Türk Edebiyatında Mecmaü'l-Havas adlı tezkiresiyle yer almıştır. Sadıki, Tezkiresi'nde bu sahada yetişen şairlere yer ayırdığı gibi Osmanlı sahası şairlerini de ihmal etmemiştir.

HOŞGELDİNİZ...!!!
 
Tavsiye Edilen Bağlantılarımız
 
Dünyanın En Güncel Teknolojisi Sitesi WwW.DunyaninTeknolojisi.CoM

Kaç Kişi Sitede?
 
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol